Omuz Anatomisi – Kemikler, Eklemler, Kaslar, Sinirler

Omuz anatomisi, üç ana kemik olan kol kemiği (humerus), kürek kemiği (skapula) ve köprücük kemiği (klavikula) üzerine kuruludur. Bu kemik iskeleti, dört farklı eklem aracılığıyla birbirine bağlanır ve vücudun en geniş hareket açıklığına sahip yapısını oluşturur. Omuzun hareket kabiliyeti ve gücü, deltoid ve rotator kılıf gibi hayati kas grupları tarafından sağlanır. Tüm bu sistemin kontrolü ve kola giden hissiyat ise brakiyal pleksus adı verilen karmaşık bir sinir ağı tarafından yönetilir. Bu parçaların her birinin kendine özgü görevi, omuzun işlevsel bütünlüğünü meydana getirir.

Omuz Hangi Kemik ve Eklemlerden Oluşur?

Omuz kuşağı olarak adlandırdığımız yapı genellikle sanıldığının aksine tek bir eklemden oluşmaz. Aslında üç ana kemik ve bu kemikleri birbirine bağlayan dört farklı eklemin senkronize çalışmasıyla ortaya çıkan bir bütündür. Bu yapıların her birinin kendine özgü bir rolü vardır:

Omuzun iskeletini oluşturan üç temel kemik bulunmaktadır.

  • Kol kemiği (Humerus)
  • Kürek kemiği (Skapula)
  • Köprücük kemiği (Klavikula)

Kol kemiğinin (humerus) omuza en yakın olan üst ucu, büyük ve küresel bir baş şeklindedir. Omuz ekleminin hareketli parçasını oluşturan bu “top”, omuza dair tüm hareketlerimizin merkezindedir. Kürek kemiği (skapula) ise sırtımızda yer alan, üçgen şeklindeki yassı bir kemiktir ve omuz sistemimiz için sabit bir platform görevi görür. Kol kemiğindeki o küresel baş, işte bu kürek kemiği üzerindeki sığ bir yuvaya (glenoid) oturur. Bu ilişkiyi genellikle bir “top ve yuva” eklemine benzetsek de daha doğru bir benzetme “bir golf topunun, onu tutan küçük yükseltinin (tee) üzerinde durması” olabilir. Çünkü top, yani kol kemiği başı, oturduğu yuvadan çok daha büyüktür. Bu geometrik uyumsuzluk, bir yandan bize o muazzam hareket serbestliğini sunarken, diğer yandan eklemi doğal olarak daha az stabil, yani çıkığa daha yatkın bir hale getirir. Köprücük kemiği (klavikula) ise kolumuzu gövdemize bağlayan tek gerçek kemiksel köprüdür. Göğüs kemiğimiz ile kürek kemiğimiz arasında bir destek direği gibi uzanarak omzun gövdeden uzakta, serbestçe hareket etmesini sağlar.

Bu üç kemik, birbiriyle ve gövdeyle dört farklı eklem aracılığıyla bağlantı kurar. Omuz hareketleri, bu dört eklemin kusursuz bir uyumla çalışmasının bir sonucudur:

  • Glenohumeral eklem
  • Akromiyoklaviküler (AC) eklem
  • Sternoklaviküler (SC) eklem
  • Skapulotorasik eklem

Glenohumeral eklem, kol kemiği başı ile kürek kemiğindeki yuva arasındaki ana omuz eklemidir ve hareketin büyük bir bölümü burada gerçekleşir. Akromiyoklaviküler (AC) eklem, köprücük kemiğinin dış ucu ile kürek kemiğinin “akromiyon” adı verilen çatısı arasındaki küçük ama önemli eklemdir. Özellikle kolumuzu yukarı kaldırdığımızda bu eklem devreye girer. Sternoklaviküler (SC) eklem, köprücük kemiğinin göğüs kemiğimizle birleştiği yerdir ve kolumuzun gövdemizle olan temel bağlantısını oluşturur. Son olarak skapulotorasik eklem ise aslında tam bir anatomik eklem değildir. Daha çok, kürek kemiğinin sırtımızdaki göğüs kafesi üzerinde kayarak hareket ettiği fonksiyonel bir birleşme noktasıdır. Bu kayma hareketi olmadan kolumuzu başımızın üzerine kaldırmamız mümkün değildir. Bütün bu sistem, omuzu bir bütün olarak çalıştıran karmaşık bir zincir gibidir:

En Sık Görülen Omuz Kemiği Yaralanmaları Nelerdir ve Nasıl Tedavi Edilir?

Omuzu oluşturan bu kemikler, düşme veya kaza gibi travmalar sonucu kırılabilir. Kırığın tipi, yeri ve hastanın durumu uygulanacak tedavinin şeklini belirler.

En sık karşılaşılan omuz bölgesi kırığı, kol kemiğinin üst ucunda (proksimal humerus) meydana gelen kırıklardır. Bunlar özellikle kemik erimesi (osteoporoz) olan yaşlı hastalarda, basit bir düşme sonucu bile oluşabilir. Tedavideki temel belirleyici faktör, kırık parçalarının ne kadar yerinden oynadığıdır. Eğer parçalar arasında ciddi bir ayrılma veya açılanma yoksa, yani kırık büyük ölçüde stabilse, tedavi genellikle ameliyatsızdır. Kolun bir süre askıda dinlendirilmesi ve ardından başlanacak dikkatli bir fizik tedavi programı, çoğu zaman iyileşme için yeterlidir. Ancak kırık parçaları çok fazla yerinden oynamışsa ve birbirlerinden ayrılmışsa, bu parçaları olması gereken yere geri getirip sabitlemek için cerrahi müdahale gerekir. Bu sabitleme işlemi, kırığın yapısına göre özel tasarlanmış plak ve vidalarla veya kemik içine yerleştirilen bir çiviyle yapılabilir.

Bazı çok parçalı kırıklarda ise karar daha karmaşık hale gelir. Çünkü kol kemiği başını besleyen kan damarları, bu tip ciddi kırıklarda hasar görebilir. Eğer kanlanmanın bozulma riski yüksekse, kemiği kaynatmaya çalışmak yerine, kanlanma bozukluğuna bağlı olarak ileride gelişebilecek çökme (avasküler nekroz) ve şiddetli ağrıyı önlemek için, doğrudan protez ameliyatı (artroplasti) daha doğru bir seçenek olabilir. Bu özellikle yaşlı ve kemik kalitesi zayıf hastalarda, onları başarısız olabilecek bir kaynatma ameliyatından ve ileride gerekebilecek ikinci, daha zor bir ameliyattan korumak için verilen stratejik bir karardır.

Köprücük kemiği (klavikula) kırıkları da oldukça yaygındır ve özellikle sporcularda ve gençlerde görülür. Kemiğin orta kısmı en zayıf bölge olduğu için kırıklar en sık burada meydana gelir. Bu kırıkların büyük bir kısmı, kol askısı ile konservatif olarak yani ameliyatsız bir şekilde başarılı bir biçimde iyileşir. Ancak kırık uçları birbirinden çok ayrılmış ve aralarına mesafe girmişse, kemik cildi delme riski taşıyorsa veya omuzun askı sistemini bozan ek yaralanmalar varsa, cerrahi olarak plak ve vidalarla sabitlemek en doğru yaklaşım olacaktır. Kürek kemiği (skapula) kırıkları ise daha nadirdir. Çünkü bu kemik, etrafı kalın ve koruyucu bir kas tabakasıyla çevrilidir. Bu nedenle kırılması için genellikle trafik kazası gibi yüksek enerjili bir travma gerekir. Bu kırıkların da büyük çoğunluğu, özellikle eklem yüzeyini etkilemiyorsa, ameliyatsız olarak tedavi edilir.

Omuz Eklemindeki Aşınma ve Tedavisinde Protez Seçenekleri Nelerdir?

Zamanla veya bazı hastalıklar sonucu omuz eklemindeki kıkırdak doku aşındığında, tıp dilinde “osteoartrit”, halk arasında ise “kireçlenme” olarak bilinen durum ortaya çıkar. Bu durum kemiklerin birbirine sürtünmesine, şiddetli ağrıya ve hareketlerde ciddi kısıtlılığa yol açar. Kireçlenmenin bir diğer özel ve sık görülen türü ise “manşet yırtığı artropatisi”dir. Bu durumda omuzu döndüren ve stabilize eden “rotator manşet” kaslarının kronik ve tamir edilemez boyuttaki yırtıkları sonucu, kol kemiği başı yuvasında yukarı doğru kayar ve eklemde anormal bir yüklenme ile hızlı bir aşınma ve kireçlenme süreci başlar.

Bu gibi ileri evre kireçlenme durumlarında, ilaçlar ve fizik tedavi artık fayda etmediğinde, çözüm omuz protezi ameliyatıdır. Hangi tip protezin seçileceği ise tamamen omuzdaki “rotator manşet” kaslarının durumuna bağlıdır ve bu cerrahın vermesi gereken en kritik kararlardan biridir. İki ana protez seçeneği vardır:

  • Anatomik Total Omuz Protezi
  • Ters Total Omuz Protezi

Anatomik protez, adından da anlaşılacağı gibi, omuzun doğal anatomisini birebir taklit eder. Aşınmış olan kol kemiği başının yerine metal bir top, yuvanın yerine ise polietilen (sert plastik) bir yuva konulur. Ancak bu protezin düzgün bir şekilde çalışabilmesi ve uzun ömürlü olabilmesi için rotator manşet kaslarının sağlam ve fonksiyonel olması mutlak bir şarttır. Çünkü bu kaslar, protezin merkezde kalmasını ve dengeli çalışmasını sağlar. Eğer bu kaslar yırtıksa ve işlev görmüyorsa, anatomik protez kısa sürede gevşeyerek başarısız olur.

İşte tam bu noktada “ters omuz protezi” adı verilen devrim niteliğindeki tasarım devreye girer. Bu protez, rotator manşet kaslarının tamir edilemez şekilde yıprandığı hastalar için özel olarak geliştirilmiştir. Eklemin geometrisini tam anlamıyla tersine çevirir: normalde top olan kol kemiği ucuna bir yuva, normalde yuva olan kürek kemiğine ise metal bir top (glenosfer) yerleştirilir. Bu dahiyane tasarım, kolu kaldırma görevini, işlevsiz olan rotator manşet kasları yerine, omuzun büyük ve güçlü deltoid kasına devreder. Bu sayede rotator manşeti çalışmayan hastalar bile kollarını tekrar başlarının üzerine kaldırabilir ve günlük yaşamlarına dönebilirler. Bu nedenle bir omuz protezi ameliyatı planlanırken, rotator manşet kaslarının durumunun muayene ve MRG gibi yöntemlerle dikkatlice değerlendirilmesi, doğru protez seçimi ve dolayısıyla başarılı bir sonuç için hayati önem taşır.

Omuz Eklemimizi Yerinde Tutan Bağlar Hangileridir ve Neden Önemlidir?

Omuzun bu kadar hareketli olmasının bir bedeli vardır: stabilite sorunu. Omuz, vücudumuzda en sık çıkan eklemdir. Eklemin bu “yerinde durma” görevini ise pasif ve dinamik stabilizatörler üstlenir. Pasif stabilizatörler, bizim kontrolümüz dışında, eklemin kendi yapısından gelen desteklerdir. Bunların en önemlileri eklem kapsülü, bağlar ve labrumdur.

Eklem kapsülü, omuz eklemini bir zar gibi çepeçevre saran bir yapıdır. Bu kapsülün belirli bölgelerdeki kalınlaşmaları ise “ligament” yani bağları oluşturur. Bu bağlar, omuzun hareket sınırlarında gerilerek bir emniyet kemeri gibi görev yapar ve kol kemiği başının yuvadan dışarı çıkmasını engeller. Özellikle “inferior glenohumeral ligament” (IGHL) adı verilen bağ kompleksi, kolumuz yana açık ve dışa dönük pozisyondayken (örneğin bir top fırlatma hareketi sırasında) omuzun öne doğru çıkmasını önleyen en kritik yapıdır. Zaten travmatik omuz çıkıklarının büyük çoğunluğu tam da bu pozisyonda meydana gelir.

Bir diğer önemli yapı ise “glenoid labrum”dur. Labrum, kürek kemiğindeki sığ yuvanın kenarına yapışık, lastik bir conta veya O-ring gibi duran fibrokıkırdak bir halkadır. Bu yapı sığ olan yuvayı etkili bir şekilde derinleştirerek kol kemiği başının yuvaya daha stabil bir şekilde oturmasını sağlar. Tıpkı bir tekerleğin önüne konan takoz gibi, başın yuvadan dışarı kaymasını engellemeye yardımcı olur.

Travmatik bir omuz çıkığı sırasında genellikle bu stabilizatör yapılar hasar görür. En sık görülen yaralanma, labrumun ve ona yapışık olan IGHL bağının, yuvanın ön-alt kenarından bir halı gibi yırtılarak ayrılmasıdır. Bu duruma “Bankart lezyonu” denir ve travmatik omuz çıkıklarının temel sorunudur. Eğer bu yırtılmayla birlikte yuvanın kenarından bir kemik parçası da koparsa, buna “kemik Bankart lezyonu” denir. Aynı çıkık esnasında, kol kemiği başının arka-üst kısmının, yuvanın sert ön kenarına çarpması sonucu oluşan çökme veya ezilme kırığına ise “Hill-Sachs lezyonu” adı verilir.

Tekrarlayan omuz çıkıklarının tedavisindeki anlayış son yıllarda önemli ölçüde değişmiştir. Eskiden temel tedavi, yırtılan labrumu (Bankart lezyonu) artroskopik yani kapalı yöntemle yerine dikmekti. Ancak bu ameliyat sonrası, özellikle temas sporu yapan aktif kişilerde, omuzun tekrar çıkma oranlarının yüksek olduğu görüldü. Yapılan araştırmalar, bu başarısızlığın ana nedeninin genellikle gözden kaçan “kemik kaybı” olduğunu ortaya koydu. Her omuz çıkığında, sadece yumuşak dokular değil aynı zamanda hem yuvadan (glenoid) hem de kol kemiği başından (Hill-Sachs) bir miktar kemik de ezilerek eksilir. Eğer yuvadaki kemik kaybı belirli bir eşiği (%20-25 gibi) geçerse, yuva artık kol kemiği başını tutmak için yeterli bir platform olmaktan çıkar. Bu durumu “kenarı kırık bir tabağın içindeki bilyeyi tutmaya çalışmasına” benzetebiliriz. Bilye, tabağın en ufak bir eğiminde kırık kenardan dışarı yuvarlanacaktır. Aynı şekilde yuvadaki kemik desteği yetersiz olan bir omuz da en ufak bir zorlamada tekrar çıkmaya mahkumdur.

Bu anlayış, tedavi yaklaşımını temelden değiştirmiştir. Artık cerrahi planlama yapılırken, sadece yırtık bağlara değil aynı zamanda ne kadar kemik kaybı olduğuna da odaklanılır. Eğer kemik kaybı kritik seviyede değilse, artroskopik Bankart onarımı, yani yırtık labrumun ve bağların yerine dikilmesi yeterli ve başarılı bir tedavidir. Ancak eğer yuvada kritik düzeyde kemik kaybı varsa, sadece yumuşak dokuyu onarmak yetersiz kalacaktır. Bu durumda yuvayı yeniden sağlamlaştırmak ve o “kırık tabak kenarını” tamir etmek için bir kemik güçlendirme prosedürü gereklidir. Bu amaçla en sık uygulanan ve altın standart kabul edilen yöntem “Latarjet prosedürü”dür. Bu ameliyatta, omuzun önündeki korakoid kemik çıkıntısı, üzerindeki kaslarla birlikte alınarak, yuvanın eksik olan ön-alt duvarına vidalarla nakledilir. Bu işlem kemik kaybını gidererek yuvaya tekrar sağlam bir kenar oluşturur ve omuzun tekrar çıkmasını biyomekanik olarak engeller. Bu kişiye özel yaklaşım omuz çıkığı olan hastaların tedavi sonuçlarını önemli ölçüde iyileştirmiştir.

Omuz Kasları: Omuz Hareketini ve Stabilitesini Sağlayan Dinamik Güçler Nelerdir?

Omuzun stabilitesi sadece kemiklerin ve bağların pasif desteğine emanet değildir. Eklemi bir ağ gibi saran ve aktif olarak kontrol eden kaslar, yani “dinamik stabilizatörler”, hem omuza hareket kabiliyetini kazandırır hem de hareket sırasında eklemi yerinde tutarak korur. Bu kas gruplarının uyumlu çalışması, omuz sağlığı için vazgeçilmezdir. Omuzun hareket ve stabilitesinden sorumlu olan başlıca kas grupları şunlardır:

  • Rotator manşet (Rotator kılıf) kasları
  • Deltoid kası
  • Biseps kası
  • Periskapular (kürek kemiği çevresi) kaslar

Rotator manşet, omuzun belki de en önemli ve en sık sorun yaşanan kas grubudur. Dört farklı kastan (supraspinatus, infraspinatus, teres minor ve subskapularis) oluşur. Bu kaslar kürek kemiğinden başlar ve tendonları birleşerek kol kemiği başını bir kılıf gibi sıkıca sarar. Görevleri sadece kolu içe veya dışa döndürmek değildir. Daha da önemli bir görevleri, “konkavite kompresyonu” adı verilen bir mekanizmayla, hareket sırasında kol kemiği başını aktif olarak yuvaya doğru bastırarak eklemi merkezde ve stabil tutmaktır. Deltoid kası, omuza o yuvarlak ve güçlü görünümünü veren büyük kastır ve kolu yana doğru kaldırma hareketinin ana motorudur. Biseps kasımızın iki tendonundan uzun olanı ise omuz ekleminin içinden geçerek labrumun üst kısmına yapışır ve omuzun ön stabilitesine yardımcı olur.

Genellikle göz ardı edilen ama omuz sağlığı için hayati öneme sahip olan kaslar ise periskapular kaslardır. Bunlar kürek kemiğini (skapula) göğüs kafesine bağlayan ve hareketlerini kontrol eden trapezius, serratus anterior gibi sırt kaslarıdır. Kolumuzu yukarı kaldırdığımızda, sadece kolumuz değil kürek kemiğimiz de onunla mükemmel bir uyum içinde hareket eder. Bu senkronize harekete “skapulohumeral ritim” diyoruz. Eğer bu sırt kasları zayıfsa veya düzgün çalışmıyorsa (örneğin kötü duruş nedeniyle), bu ritim bozulur. Kürek kemiğinin anormal hareketi, omuzda sıkışmaya, rotator manşet tendonlarında aşırı yüklenmeye ve kronik ağrılara zemin hazırlayabilir. Bu nedenle omuz ağrısının tedavisinde ve rehabilitasyonunda, sadece omuz eklemine değil aynı zamanda omuzun temel platformu olan kürek kemiğini kontrol eden tüm bu kas zincirine odaklanmak büyük önem taşır.

Omuz Tendon Yırtığı: En Yaygın Omuz Ağrısı Sebepleri ve Tedavileri Nelerdir?

Omuz ağrılarının çok büyük bir kısmı, bu dinamik stabilizatörleri, yani kasları ve onların kemiğe yapışan uçları olan tendonları etkileyen sorunlardan kaynaklanır. Özellikle rotator manşet hastalığı, polikliniklerde en sık karşılaşılan omuz problemidir ve aslında tek bir hastalıktan ziyade, zamanla ilerleyen bir hastalık sürecini ifade eder. Bu süreç genellikle belirli aşamalardan geçer.

  • Sıkışma Sendromu (Impingement)
  • Tendinit (Tendon iltihabı ve yıpranması)
  • Kısmi Kalınlıkta Yırtık
  • Tam Kalınlıkta Yırtık
  • Manşet Yırtığı Artropatisi (İleri evre kireçlenme)

Süreç genellikle “sıkışma sendromu” ile başlar. Bu durumda rotator manşet tendonları ve üzerindeki bursa adı verilen koruyucu yastıkçık, özellikle kol yukarı kaldırıldığında, kürek kemiğinin akromiyon adı verilen çatısı altında mekanik olarak sıkışır. Bu tekrarlayan sıkışma, tendonlarda ödeme, iltihaplanmaya ve yıpranmaya (tendinit/tendinozis) yol açar. Eğer bu durum devam ederse, yıpranan tendon liflerinde önce kısmi, sonra da tam kat yırtıklar oluşur. Yırtık çok büyür ve kronikleşirse, omuzun biyomekaniği tamamen bozulur ve son aşama olan kireçlenme (manşet yırtığı artropatisi) gelişir.

Tedavideki modern yaklaşım bu sürecin her aşamasında önceliği konservatif, yani ameliyatsız yöntemlere vermektir. Özellikle sıkışma, tendinit ve birçok kısmi yırtık vakasında ilk seçenek her zaman cerrahi dışı tedavilerdir. Bunlar arasında ağrı kesici ve anti-enflamatuar ilaçlar, omuz içi kortizon enjeksiyonları ve en önemlisi, iyi yapılandırılmış bir fizik tedavi programı yer alır. Fizik tedavinin amacı, ağrıyı azaltmanın yanı sıra rotator manşet ve kürek kemiği çevresi kasları güçlendirerek omuzun doğru hareket mekaniğini yeniden sağlamaktır.

Cerrahi tedavi ise, ancak uzun süreli ve doğru uygulanmış bir konservatif tedavi programına yanıt alınamayan inatçı vakalarda veya genç ve aktif bir hastada travma sonucu oluşmuş akut tam kat yırtıklarda düşünülür. Cerrahi işlem genellikle artroskopik (kapalı) yöntemle yapılır. Bu yöntemde sıkışmaya neden olan kemik çıkıntısı traşlanabilir (akromiyoplasti) ve yırtık olan tendon, özel dikiş materyalleri ve küçük vidalar (ankor) kullanılarak kemikteki orijinal yapışma yerine tekrar dikilir. Unutulmamalıdır ki son yıllarda yapılan yüksek kanıt düzeyine sahip bilimsel çalışmalar omuz ağrısı tedavisinde cerrahinin rolünün yeniden sorgulanmasına neden olmuştur. Birçok durumda sabırla uygulanan kaliteli bir fizik tedavinin, cerrahi kadar, hatta bazen daha başarılı sonuçlar verdiğini göstermektedir. Bu nedenle cerrahi kararının çok dikkatli bir şekilde hastanın durumu yırtığın özellikleri ve beklentileri göz önünde bulundurularak verilmesi esastır.

Omuz Bölgesindeki Sinirler: Omuz Ameliyatlarında Neden Bu Kadar Dikkatli Olunur?

Omuz bölgesi, kola giden tüm sinir ve damarların geçtiği karmaşık ve kritik bir kavşak noktasıdır. “Brakiyal pleksus” adı verilen ve boyundan çıkan sinir köklerinin oluşturduğu bu karmaşık sinir ağı, kolumuzun ve elimizin tüm hareket ve duyu fonksiyonlarını kontrol eden ana kablo demeti gibidir. Bu nedenle omuz bölgesine yapılacak herhangi bir cerrahi müdahalede, bu hassas yapılara zarar vermemek en öncelikli hedeftir. Özellikle iki sinir, omuz travmaları ve cerrahileri sırasında özel bir risk altındadır:

  • Aksiller Sinir
  • Supraskapular Sinir

Aksiller sinir, deltoid kasını, yani omuza gücünü veren ana kası çalıştıran ve omuzun dış yüzeyindeki (asker apoleti bölgesi) hissiyatı sağlayan sinirdir. Bu sinir, kol kemiğinin üst kısmını çepeçevre sardığı için, omuz çıkıklarında ve bu bölgenin kırıklarında yaralanma riski oldukça yüksektir. Cerrahlar, özellikle omuza önden veya yandan yapılan ameliyatlarda, bu sinirin geçtiği “tehlikeli bölge” olarak bilinen anatomik konumu çok iyi bilirler ve tüm kesi ve işlemlerini bu siniri koruyacak şekilde planlarlar. Supraskapular sinir ise rotator manşet kaslarından ikisini (supraspinatus ve infraspinatus) çalıştırır. Kürek kemiği üzerindeki dar kemik çentiklerden geçerken, bazen bu çentiklerde oluşan bir kist (ganglion) tarafından sıkıştırılabilir. Bu durum omuzda sinsi bir ağrıya ve ilgili kaslarda zamanla erimeye (atrofi) neden olabilir. Omuz cerrahisinde kullanılan her bir yaklaşım ve kesi, aslında bu kritik sinir ve damar yapılarının arasındaki güvenli anatomik koridorları kullanmak üzere tasarlanmıştır. Güvenli omuz cerrahisi, sadece neyin kesilip onarılacağını bilmek değil aynı zamanda nelere kesinlikle dokunulmaması gerektiğini bilme sanatıdır.

Omuz Ağrısı Teşhisi: Doktorunuz Omuz Ağrınızın Nedenini Nasıl Anlar?

Ağrılı bir omuza doğru tanı koymak, adeta bir dedektiflik çalışmasına benzer. Sonuca ulaşmak için farklı ipuçlarının bir araya getirilmesi ve bir bütün olarak yorumlanması gerekir. Bu süreç genellikle üç ana adımdan oluşur.

İlk adım, sizinle yapılan detaylı bir görüşmedir (anamnez). Ağrınızın ne zaman ve nasıl başladığı, hangi hareketlerin ağrıyı artırıp hangilerinin azalttığı, ağrının gece uykudan uyandırıp uyandırmadığı, daha önce bir kaza veya travma geçirip geçirmediğiniz gibi soruların cevapları, olası nedenleri daraltmada çok değerli ilk ipuçlarını verir.

İkinci ve en önemli adım, fizik muayenedir. Bu tanının temel taşıdır. Muayene sırasında öncelikle omuzlarınız gözlemlenerek duruşlarında bir asimetri veya kaslarda bir erime (atrofi) olup olmadığına bakılır. Ardından, ağrının nerede olduğunu anlamak için omuz bölgesi dikkatlice palpe edilir, yani elle muayene edilir. Hareket açıklığınız, hem sizin kendinizin yaptığı (aktif) hem de doktorunuzun size yaptırdığı (pasif) hareketler sırasında değerlendirilir. Bu sorunun bir eklem sertliğinden mi yoksa bir kas güçsüzlüğünden mi kaynaklandığını ayırt etmede yardımcı olur. Son olarak belirli omuz problemlerini ortaya çıkarmak için tasarlanmış bir dizi özel “provokatif test” uygulanır. Bu testler, belirli tendonları, bağları veya yapıları hedef alarak ağrı veya instabilite hissi oluşturmaya çalışır. Omuz muayenesinde kullanılan yüzlerce testten bazıları şunlardır:

  • Neer Testi
  • Hawkins Testi
  • Jobe’s Testi (Boş Kutu Testi)
  • Speed’s Testi
  • Yergason’s Testi
  • Apprehension Testi (Endişe Testi)
  • Lift-off Testi

Tek bir testin pozitif çıkmasından ziyade, birbiriyle ilişkili birkaç testin bir arada pozitif olması, belirli bir tanı için çok daha anlamlıdır.

Üçüncü adım ise, muayene bulgularını doğrulamak ve sorunun detaylarını görmek için kullanılan görüntüleme yöntemleridir. Hangi yöntemin seçileceği, şüphelenilen probleme göre değişir.

  • Röntgen (X-ray)
  • Manyetik Rezonans Görüntüleme (MRG)
  • Bilgisayarlı Tomografi (BT)
  • Ultrasonografi (USG)

Röntgen, neredeyse tüm omuz ağrılarında ilk başvurulan yöntemdir ve kemik yapıları, kırıkları, çıkıkları, kireçlenme bulgularını ve kalsiyum birikintilerini mükemmel bir şekilde gösterir. Manyetik Rezonans Görüntüleme (MRG), yumuşak dokuları, yani kasları, tendonları, bağları ve labrumu değerlendirmek için altın standarttır. Rotator manşet yırtıklarının boyutunu, yerini ve tendonun kalitesini detaylı bir şekilde gösterir. Bilgisayarlı Tomografi (BT) ise kemik detaylarını üç boyutlu olarak göstermede en üstün yöntemdir. Özellikle parçalı eklem içi kırıkların cerrahi planlamasında ve omuz çıkığı sonrası kemik kaybının miktarını hassas bir şekilde ölçmede kullanılır. Ultrasonografi (USG), deneyimli bir radyolog tarafından yapıldığında, rotator manşet tendonlarını ve biseps tendonunu dinamik olarak yani hareket sırasında değerlendirmek için oldukça değerli, pratik ve radyasyon içermeyen bir yöntemdir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir