Eklem Nedir? Eklem Hastalıkları Nelerdir?

Eklem, iki veya daha fazla kemiğin vücudumuzda birleşerek hareketi mümkün kılan ve aynı zamanda iskelete destek sağlayan hayati bir bağlantı noktasıdır. Bu hassas yapıları etkileyen eklem hastalıkları ise oldukça çeşitlidir. En sık karşılaşılanları arasında, halk arasında kireçlenme olarak bilinen osteoartrit, bağışıklık sisteminin neden olduğu romatoid artrit gibi iltihaplı romatizmalar, metabolik bir sorun olan gut hastalığı ve acil müdahale gerektiren mikrobik enfeksiyonlar (septik artrit) yer alır. Bu rahatsızlıkların her biri, farklı mekanizmalarla ortaya çıkan eklem ağrısı ve fonksiyon kaybına yol açarak yaşam kalitesini önemli ölçüde düşürebilir.

Eklemlerimiz nedir ve vücudumuzdaki görevleri nelerdir?

Eklemlerimizi vücudumuzun hem hareketli hem de sabit parçalarını bir arada tutan birer kavşak noktası olarak hayal edebiliriz. Temel görevleri, iskelet sistemimize hem esneklik kazandırmak hem de gerekli yerlerde sağlam bir destek oluşturmaktır. Bu dengeyi sağlamak için yapısal olarak farklılık gösterirler. Vücudumuzdaki eklemleri, hareket kabiliyetlerine göre basitçe üç ana gruba ayırabiliriz.

Birinci grup, oynamaz eklemlerdir. Bu eklemlerde kemikler, aralarında hiç boşluk kalmayacak şekilde sıkı lifli bağ dokusuyla adeta birbirine kenetlenmiştir. Neredeyse hiç hareket etmezler ve temel amaçları, altlarındaki hayati organları koruyan sağlam bir kalkan oluşturmaktır. Kafatası kemiklerimizi bir arada tutan ve beynimizi koruyan dikiş benzeri yapılar (suturlar) bu tipin en iyi örneğidir.

İkinci grup, yarı oynar eklemlerdir. Bu eklemlerde kemikler, aralarında bir miktar esnemeye izin veren kıkırdak dokusu aracılığıyla birleşir. Bu yapı hem sağlamlık hem de sınırlı bir hareket kabiliyeti sunar. Omurgamızı oluşturan omurların arasındaki diskler, bu sayede hem vücudumuzun dik durmasını sağlar hem de eğilip bükülmemize olanak tanır.

Üçüncü ve bizim için en önemli grup ise tam oynar (sinovyal) eklemlerdir. Vücudumuzdaki hareketlerin büyük bir kısmından sorumlu olan diz, kalça, omuz, dirsek ve parmak eklemleri bu gruba girer. Bu eklemlerin en belirgin özelliği, kemik uçlarının “eklem kapsülü” adı verilen bir kılıf içinde yer alması ve bu kapsülün içinin “sinovyal sıvı” denilen, adeta bir makine yağı gibi kayganlaştırıcı bir sıvı ile dolu olmasıdır. Bu dâhiyane tasarım, kemiklerin birbiri üzerinde minimum sürtünme ile pürüzsüzce kaymasını sağlar. Ancak bu yüksek hareket kabiliyeti, onları aynı zamanda yaralanmalara, çıkıklara ve aşınmaya karşı daha hassas hale getirir.

En sık gördüğümüz ‘oynar eklem’ çeşitleri hangileridir?

Günlük hayatta yaptığımız sayısız hareketi, farklı işlevler için özelleşmiş oynar eklemlerimize borçluyuz. Her biri farklı bir mekanik prensiple çalışan bu eklemler, vücudumuza inanılmaz bir yetenek çeşitliliği kazandırır. Başlıca oynar eklem çeşitleri şunlardır:

  • Menteşe Tipi (Dirsek, Parmaklar)
  • Top-Yuva Tipi (Omuz, Kalça)
  • Pivot Tipi (Boyun)
  • Eyer Tipi (Başparmak)
  • Kayar Tip (El ve Ayak Bileği)

Bu çeşitlilik sayesinde hem bir kapı kolunu çevirebilir (pivot eklem), hem bir topu fırlatabilir (top-yuva eklem), hem de parmaklarımızla ince bir ipliği tutabiliriz (menteşe ve eyer eklemler). Her birinin kendine özgü yapısı, günlük yaşamın gerektirdiği karmaşık hareketleri kolayca yapabilmemiz için tasarlanmıştır. Bu nedenle bir eklemdeki sorun, genellikle çok spesifik hareketlerin kısıtlanmasına neden olur ve bu da bize sorunun kaynağı hakkında önemli ipuçları verir.

Halk arasında ‘kireçlenme’ denilen osteoartrit neden olur?

Halk arasında “kireçlenme” olarak bildiğimiz osteoartrit, aslında eklem sorunları arasında en sık kapımızı çalan rahatsızlıktır. Bu isimlendirme, sanki eklemde kireç birikiyormuş gibi bir algı yaratsa da durum aslında bundan farklıdır. Osteoartrit, basit bir “aşınma ve yıpranma” hastalığından ziyade, eklemi oluşturan tüm dokuların (özellikle kıkırdak, altındaki kemik ve eklem sıvısı) zamanla dengesini kaybettiği, yaşayan ve dinamik bir süreçtir.

Bu süreçte temel sorun, kemiklerimizin uçlarını kaplayan ve onların pürüzsüzce hareket etmesini sağlayan parlak, beyaz kıkırdak dokusunun yavaş yavaş bozulmasıdır. Zamanla bu koruyucu kıkırdak tabakası incelir, pürüzlenir ve hatta tamamen ortadan kalkabilir. Kıkırdak yastığı kaybolunca, alttaki kemikler birbirine sürtünmeye başlar, bu da ağrıya ve hareket kısıtlılığına yol açar. Vücut bu durumu onarmaya çalışırken, eklem kenarlarında “osteofit” adını verdiğimiz küçük kemik çıkıntıları oluşturur. Kireçlenmeye zemin hazırlayan bazı önemli risk faktörleri vardır:

  • İlerleyen yaş
  • Fazla kilo (Obezite)
  • Genetik yatkınlık
  • Geçirilmiş eklem yaralanmaları
  • Mesleki zorlanmalar
  • Cinsiyet (Kadınlarda daha sık)

Kireçlenmenin en tipik belirtisi, mekanik ağrıdır. Yani ağrı, eklem kullanıldıkça, örneğin yürüyüş yaptıkça veya merdiven çıktıkça artar; dinlenince ise hafifler. Bir diğer önemli belirti ise sabahları veya uzun süre oturduktan sonra ilk birkaç adımda hissedilen, ancak genellikle yarım saat içinde geçen kısa süreli tutukluktur. Eklemlerden hareket sırasında gelen sürtünme sesi veya “çıtırtı” da sıkça rastlanan bir bulgudur.

Romatoid artrit gibi iltihaplı romatizmal hastalıkların farkı nedir?

İltihaplı romatizmal hastalıklar, kireçlenmeden tamamen farklı bir mekanizmaya sahiptir. Burada sorun mekanik bir aşınma değil vücudun bağışıklık sisteminin kontrolden çıkarak kendi sağlıklı dokularına, özellikle de eklemleri döşeyen “sinovyal zar”a saldırmasıdır. Bu bir otoimmün hastalıktır; yani vücut, adeta kendi kendine savaş açar.

Bu savaşın merkezi olan sinovyal zar, normalde ekleme kayganlık veren sıvıyı üreten ince bir tabakadır. Romatoid artrit gibi hastalıklarda bu zar, bağışıklık hücrelerinin saldırısı altında kalınlaşır, iltihaplanır ve “pannus” adını verdiğimiz, adeta istilacı bir dokuya dönüşür. Bu pannus dokusu, zamanla eklem kıkırdağını ve altındaki kemiği eriterek kalıcı hasara ve şekil bozukluklarına yol açar. Bu nedenle iltihaplı romatizmal hastalıkların erken teşhisi ve agresif tedavisi, eklemleri korumak için hayati önem taşır. Romatoid artritin belirtileri kireçlenmeden oldukça farklıdır ve genellikle şunları içerir:

  • Simetrik eklem şişliği
  • Bir saatten uzun süren sabah tutukluğu
  • Dinlenirken de devam eden ağrı
  • Halsizlik ve yorgunluk
  • Hafif ateş

Bu grupta yer alan Ankilozan Spondilit gibi diğer hastalıklar ise genellikle omurgayı ve leğen kemiği eklemlerini hedef alarak bel ağrısı ve ilerleyici hareket kısıtlılığına neden olur. Her iki durumda da altta yatan temel sorun, kontrolsüz bir iltihaptır ve tedavi de bu iltihabı baskılamaya yöneliktir.

Gut hastalığı ve mikrobik eklem iltihabı (septik artrit) nasıl ayırt edilir?

Bazen bir hastamız, bir sabah uyandığında ayak başparmağının veya dizinin kıpkırmızı, davul gibi şişmiş ve dokunulamayacak kadar ağrılı olduğu bir tabloyla başvurur. Bu durum acil serviste karşımıza çıkan en zorlu tanısal bulmacalardan biridir, çünkü iki olası suçlu vardır ve bu ikisinin tedavisi gece ile gündüz kadar farklıdır: Gut hastalığı ve septik artrit.

Gut hastalığı, bir metabolizma sorunudur. Vücutta ürik asit adı verilen bir maddenin atılımında bir sorun olduğunda veya aşırı üretildiğinde, kandaki seviyesi yükselir. Bu fazla ürik asit, eklemlerde, özellikle de vücudun daha serin bölgelerinde (ayak başparmağı gibi) iğne şeklinde keskin kristaller halinde çökelir. Vücudun savunma sistemi bu kristalleri bir düşman olarak algılar ve onlara karşı inanılmaz derecede şiddetli bir iltihabi saldırı başlatır. “Gut atağı” dediğimiz bu durum genellikle ani başlayan, dayanılmaz bir ağrıyla karakterizedir.

Septik artrit ise tamamen farklı bir senaryodur. Bu bir enfeksiyon hastalığıdır. Bakteriler gibi mikropların kan yoluyla, bir yaralanmayla veya komşu bir enfeksiyon odağından yayılarak eklem boşluğuna girmesiyle oluşur. Bu durum bir ortopedik acildir, çünkü mikroplar ve vücudun onlarla savaşmak için ürettiği iltihap, eklem kıkırdağını saatler veya günler içinde geri döndürülemez bir şekilde yok edebilir.

Bu iki durumu birbirinden ayırmanın tek ve en kesin yolu, artrosentez adı verilen işlemdir. Bu işlemde, steril koşullar altında eklem boşluğuna bir iğne ile girilerek bir miktar eklem sıvısı örneği alınır. Bu sıvı laboratuvarda incelendiğinde, mikroskop altında iğne şeklinde parlak kristallerin görülmesi gut tanısını koydurur. Sıvıda bol miktarda iltihap hücresi ve bakteri görülmesi ise durumu septik artrit olarak netleştirir. Tedaviye hemen başlanması gerektiğinden, bu ayrımı hızla yapmak, eklemin geleceğini kurtarmak anlamına gelir.

Eklem ağrısı için doktora başvurulduğunda hangi değerlendirmeler yapılır?

Eklem ağrısı şikayetiyle bir hekime başvurduğunuzda, doğru tanıya ulaşmak için bir dedektif gibi iz süreriz. Bu sürecin en değerli iki aracı, sizin anlattıklarınız ve bizim yaptığımız fizik muayenedir. Görüntüleme ve laboratuvar testleri, bu ilk bulguları doğrulamak veya detaylandırmak için kullanılır.

İlk olarak sizin hikayeniz bizim için en önemli yol haritasıdır. Ağrınızın ne zaman başladığı, nasıl bir karakterde olduğu (batıcı mı, sızlayıcı mı), günün hangi saatlerinde arttığı, hareketle mi yoksa dinlenmeyle mi ilişkili olduğu gibi detaylar, olası tanıları belirlemede bize çok değerli ipuçları verir. Örneğin hareketle artan bir ağrı kireçlenmeyi düşündürürken, bir saatten uzun süren sabah tutukluğu iltihaplı bir romatizmayı akla getirir.

Hikayenizi dinledikten sonra detaylı bir fizik muayeneye geçeriz. Bu eklemin durumunu objektif olarak değerlendirmemizi sağlar. Hekiminiz, tanıya giden yolda şu temel muayene adımlarını izleyecektir.

  • Gözlem (İnspeksiyon)
  • Elle muayene (Palpasyon)
  • Hareket kabiliyetinin değerlendirilmesi
  • Özel testler (Bağ ve menisküs muayenesi)

Gözlem sırasında eklemdeki şişlik, kızarıklık veya şekil bozukluğu gibi belirtilere bakarız. Elle muayenede ise eklemdeki ısı artışını, hassasiyetin nerede olduğunu ve şişliğin yapısını hissederiz. Hareket muayenesi ile ekleminizin ne kadar bükülüp açılabildiğini kontrol eder, özel testlerle de menisküs veya bağlar gibi eklem içi yapıların sağlamlığını test ederiz.

Eklem hastalıklarının tanısında hangi görüntüleme yöntemleri kullanılır?

Hastanın hikayesi ve fizik muayene bulguları bizi bir ön tanıya yönlendirdikten sonra, bu tanıyı doğrulamak ve eklemdeki hasarın derecesini görmek için modern tıbbın bize sunduğu görüntüleme yöntemlerinden faydalanırız. Her bir yöntemin kendine özgü bir gücü vardır ve genellikle birbirlerini tamamlarlar. Her görüntüleme yönteminin bize sunduğu bilgiler farklıdır ve doğru tanıda hepsi bir yapbozun parçaları gibidir. Genel olarak kullanım alanları şöyledir:

  • Röntgen: Kemik yapısı, kırıklar, kireçlenme evrelemesi
  • Manyetik Rezonans (MR): Kıkırdak, menisküs, bağlar, erken iltihap
  • Bilgisayarlı Tomografi (BT): Karmaşık kırıklar, ameliyat planlaması
  • Ultrason (USG): Yüzeysel dokular, iltihap tespiti, enjeksiyon kılavuzluğu

Röntgen, kemiklerin genel durumunu, hizasını ve kireçlenmenin tipik bulgularını (eklem aralığında daralma, kemik çıkıntıları) görmek için genellikle ilk tercihimizdir. Ancak röntgen, kıkırdak, menisküs, bağ gibi yumuşak dokuları göstermez. İşte bu noktada MR devreye girer. MR, bu yumuşak dokuları inanılmaz bir detayla göstererek menisküs yırtığı, bağ kopması gibi sorunların tanısını koymamızı sağlar. Ayrıca iltihaplı romatizmal hastalıkların çok erken evrelerinde, daha röntgende hiçbir belirti yokken kemik iliğindeki veya eklem zarındaki iltihabı saptayabilir. BT, özellikle karmaşık eklem içi kırıkları üç boyutlu olarak değerlendirmek ve protez gibi ameliyatları planlamak için kullandığımız çok değerli bir araçtır. Ultrason ise özellikle tendon, kas ve yüzeyel bağlardaki sorunları dinamik olarak yani hareket sırasında incelememize ve eklem içi enjeksiyonları tam hedefe yapmamıza olanak tanır.

Eklem rahatsızlıklarında ameliyatsız tedavi seçenekleri nelerdir?

Eklem hastalıklarının tedavisindeki temel felsefemiz, her zaman en basit, en güvenli ve en az müdahaleci yöntemle başlamaktır. Cerrahi, genellikle diğer tüm seçenekler tükendiğinde başvurduğumuz bir yoldur. Özellikle osteoartrit gibi kronik durumlarda, yaşam tarzı değişiklikleri ve ameliyatsız tedaviler, yönetimin temel taşını oluşturur. Tüm uluslararası rehberlerin ortaklaşa “olmazsa olmaz” dediği temel tedaviler şunlardır:

  • Hasta eğitimi
  • Kişiye özel egzersiz programı
  • Kilo kontrolü

Bu üçlü, tedavinin en önemli ve en etkili kısmıdır. Hastalığınızı anlamanız, onunla nasıl başa çıkacağınızı öğrenmeniz, eklemlerinize binen yükü azaltacak şekilde kilo vermeniz ve eklemlerinizi destekleyen kasları güçlendirecek doğru egzersizleri yapmanız, ağrınızı kontrol altına almada ve fonksiyonlarınızı korumada ilaçlardan bile daha etkili olabilir.

Bu temel tedaviler yetersiz kaldığında, ek tedavi seçeneklerine geçeriz. Ağrı ve iltihabı kontrol altına almak için ağrı kesici ve anti-enflamatuar ilaçlar (hap, krem veya jel formunda) kullanılabilir. Bazen, eklemdeki alevlenmeyi hızla bastırmak için eklem içi kortizon enjeksiyonları yapabiliriz. Bu enjeksiyonlar hızlı bir rahatlama sağlasa da etkileri geçicidir ve sık tekrarlanmaları önerilmez. Bir diğer enjeksiyon seçeneği olan hyaluronik asit (“horoz ibiği iğnesi”) ise daha tartışmalıdır. Teorik olarak eklem sıvısının kayganlığını artırmayı amaçlasa da bilimsel çalışmaların çoğu plaseboya karşı anlamlı bir üstünlük gösterememiştir. Bu nedenle birçok büyük ortopedi kuruluşu tarafından rutin kullanımı tavsiye edilmemektedir, ancak bazı hastalarda semptomatik rahatlama sağlayabilmektedir.

Eklem hastalıkları için cerrahi tedavi ne zaman gündeme gelir?

Cerrahi tedavi, tüm ameliyatsız yöntemler özenle denendiği halde hastanın ağrısı günlük yaşam aktivitelerini engelleyecek düzeyde devam ettiğinde ve yaşam kalitesi ciddi şekilde bozulduğunda düşünülür. Yani ameliyat kararı, röntgen filmindeki görüntüden çok, hastanın yaşadığı sıkıntıya göre verilir. Cerrahi tedavi dendiğinde akla tek bir yöntem gelmemelidir. Hastanın durumuna, yaşına ve eklemin hasarına göre farklı seçenekler mevcuttur:

  • Artroskopik Cerrahi (Kapalı ameliyat)
  • Osteotomi (Kemik düzeltme ameliyatı)
  • Artrodez (Eklem dondurma)
  • Artroplasti (Eklem protezi)

Artroskopik cerrahi, genellikle genç hastalardaki menisküs yırtıkları veya bağ yaralanmaları gibi mekanik sorunları çözmek için kullanılır. Küçük kesilerden girilerek yapılan bu “kapalı” ameliyatlar, hızlı bir iyileşme süreci sunar. Ancak kireçlenmiş bir dizdeki yıpranmaya bağlı menisküs yırtıklarında faydasının sınırlı olduğu unutulmamalıdır. Osteotomi, kireçlenmenin eklemin sadece bir tarafını etkilediği genç ve aktif hastalarda, yükü sağlam tarafa aktarmak için yapılan bir kemik düzeltme ameliyatıdır. Bu sayede protez ihtiyacı yıllarca ötelenebilir. Artrodez, özellikle ayak bileği gibi eklemlerde, ağrıyı ortadan kaldırmak için eklemin hareketinin feda edildiği bir dondurma işlemidir. Son ve en kesin çözüm ise artroplasti, yani halk arasında bilinen adıyla protez ameliyatıdır. Bu işlemde, aşınmış eklem yüzeyleri metal ve polietilen gibi malzemelerden yapılmış yapay bir eklemle değiştirilir. Total diz ve total kalça protezleri, uygun hastaya yapıldığında ağrıyı ortadan kaldıran ve yaşam kalitesini dramatk bir şekilde artıran, modern tıbbın en başarılı ameliyatları arasındadır.

Ortopedide geleceğin tedavileri olarak görülen yöntemler nelerdir?

Ortopedi alanı, sürekli kendini yenileyen ve geleceğe dönük heyecan verici gelişmelerin yaşandığı bir daldır. Günümüzde özellikle iki alan öne çıkmaktadır: Rejeneratif tıp (biyolojik tedaviler) ve robotik cerrahi.

Rejeneratif tıp, vücudun kendi iyileşme potansiyelini kullanarak hasarlı dokuları onarmayı hedefler. Bu alanda en sık duyduğumuz yöntemler PRP (Trombositten Zengin Plazma) ve kök hücre tedavileridir. PRP’de hastanın kendi kanından alınan ve büyüme faktörlerince zenginleştirilen plazma, kök hücre uygulamalarında ise genellikle kemik iliğinden veya yağ dokusundan alınan hücreler ekleme enjekte edilir. Bu tedavilerin temel amacı, eklem içindeki iltihabi ortamı düzenlemek, ağrıyı azaltmak ve kıkırdak yıkımını yavaşlatmaktır. Şu anki bilimsel veriler, bu tedavilerin özellikle erken evre kireçlenmede semptomatik rahatlama sağladığını gösterse de bu yöntemlerin hasarlı kıkırdağı tamamen yeniden oluşturmadığını bilmek önemlidir. Bu tedaviler, adeta toprağı zenginleştirerek mevcut bitkinin daha sağlıklı büyümesini sağlamak gibidir; ancak tamamen yok olmuş bir bitkiyi yeniden yaratmazlar.

Robotik cerrahi destekli protez ameliyatları ise cerrahi hassasiyeti en üst düzeye çıkarmayı amaçlayan bir teknolojidir. Bu sistemde cerrah, bir robotik kolu kullanarak kemik kesimlerini ve protez yerleşimini milimetrik bir hassasiyetle gerçekleştirir. Robotik cerrahinin kanıtlanmış en büyük faydası, protezin planlanan pozisyona daha doğru bir şekilde yerleştirilmesini sağlamasıdır. Teorik olarak bu mükemmel yerleşim, protezin uzun dönemdeki ömrünü artırabilir. Ancak bu teknolojinin, tecrübeli bir cerrah tarafından yapılan standart bir ameliyata göre hastanın hissettiği ağrı veya fonksiyonel sonuçlar açısından kesin bir üstünlük sağladığını gösteren uzun vadeli kanıtlar henüz birikmektedir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir