Eklem içi enjeksiyon, ameliyatsız olarak eklem ağrılarını gidermek ve hareket kabiliyetini artırmak amacıyla uygulanan etkili bir tedavi yöntemidir. Özellikle diz, omuz ve kalça eklemlerinde tercih edilir. İlaç, doğrudan eklem boşluğuna verilerek hızlı ve hedefe yönelik etki sağlar.
Eklem içi enjeksiyon tedavisinde kullanılan ilaçlar arasında kortikosteroidler, hyaluronik asit ve PRP (platelet rich plasma) yer alır. Bu yöntem, iltihaplanmayı azaltarak ağrıyı hafifletir, eklem sıvısını destekler ve kıkırdak yapısının korunmasına yardımcı olur.
Eklem enjeksiyonunun avantajları arasında hızlı etki, cerrahi gerektirmemesi ve minimal invaziv olması bulunur. Kronik eklem ağrıları, artrit ve kıkırdak dejenerasyonu gibi hastalıklarda tercih edilir. Doğru uygulama ile hastaların yaşam kalitesi belirgin şekilde artar.
Tedavi sonrası hastalar genellikle günlük aktivitelerine kısa sürede dönebilir. Ancak enjeksiyonun etkinliği hastalığın evresine, kullanılan ilaca ve uygulama sıklığına bağlıdır. Düzenli takip ve doktor önerileri doğrultusunda yapılan uygulamalar en iyi sonuçları verir.
Yazı İçeriği
Kortizon Enjeksiyonu Nedir, Ağrıyı Nasıl Bu Kadar Hızlı Keser?
Kortizon, aslında vücudumuzun stres ve iltihapla savaşmak için ürettiği kortizol hormonunun çok daha güçlü bir sentetik versiyonudur. Tıptaki en etkili iltihap (enflamasyon) gidericilerden biri olarak bilinir. Eklemdeki ağrının, şişliğin ve sabah tutukluğunun arkasındaki asıl suçlu, genellikle eklem zarının (sinovya) alevlenmesidir. Kortizon enjeksiyonu, doğrudan bu yangının merkezine yapılır.
Onu bir “yangın söndürücü” gibi düşünebilirsiniz. Eklemde bir iltihap yangını başladığında, kortizon bu alevleri hızla ve etkili bir şekilde söndürür. İltihabı körükleyen kimyasal habercilerin üretimini durdurur, kıkırdağa zarar veren enzimleri bloke eder ve bölgedeki şişliğe neden olan damar sızıntılarını azaltır. Bu sayede enjeksiyondan sadece bir iki gün sonra eklemdeki şişlik iner, hassasiyet azalır ve ağrıda dramatik bir rahatlama hissedilir. Tedavinin amacı, bu hızlı rahatlama ile hastanın ağrı döngüsünü kırmak ve onu fizik tedavi gibi daha kalıcı çözümlere yönlendirecek bir “fırsat penceresi” yaratmaktır.
Kortizon Tedavisi Hangi Durumlar İçin Uygundur?
Kortizon, özellikle belirli durumlarda harika sonuçlar veren, stratejik bir tedavi yöntemidir. Her eklem ağrısı için ilk seçenek değildir, ancak doğru zamanda kullanıldığında hayat kurtarıcı olabilir. Kortizon enjeksiyonunun en etkili olduğu bazı durumlar.
- Osteoartrit (kireçlenme) alevlenmeleri
- Eklemde ani sıvı toplanması (efüzyon)
- Romatoid artrit gibi iltihaplı romatizmal hastalıklar
- Gut atakları
- Bursit veya tendinit gibi eklem çevresi doku iltihapları
Tedavinin etkisi çok hızlı başlasa da ömrü genellikle sınırlıdır. Çoğu hastada bu rahatlama birkaç haftadan birkaç aya kadar sürer. Bu nedenle kortizon, kalıcı bir çözümden ziyade, şiddetli ağrıyı kontrol altına almak için kullanılan güçlü bir araç olarak görülmelidir.
Her Tedavi Gibi Kortizon Enjeksiyonunun da Riskleri Var mı?
Evet, her tıbbi müdahalede olduğu gibi kortizon enjeksiyonlarının da potansiyel yan etkileri vardır, ancak bunlar doğru teknik ve doğru hasta seçimi ile en aza indirilir. Riskleri genellikle lokal (bölgesel) ve sistemik (tüm vücudu etkileyen) olarak ikiye ayırabiliriz.
En sık karşılaşılan lokal yan etkiler şunlardır:
- Enjeksiyon sonrası geçici ağrı artışı
- Ciltte renk açılması
- Cilt altı yağ dokusunda incelme
- Daha nadir görülen sistemik yan etkiler ise.
- Kan şekerinde geçici yükselme (diyabet hastaları için önemli)
- Yüzde kızarma ve sıcak basması
- Geçici adrenal bez baskılanması
En çok endişe edilen konu ise tekrarlanan enjeksiyonların kıkırdağa zarar verme potansiyelidir. Modern MR çalışmaları, özellikle aynı ekleme çok sık (örneğin yılda 4-5 kereden fazla) yapılan enjeksiyonların uzun vadede kıkırdak kaybını hızlandırabileceğini göstermektedir. Bu nedenle hekimler, bu güçlü tedaviyi bilinçli ve ölçülü bir şekilde kullanmayı tercih ederler. Enfeksiyon ise steril koşullara uyulduğunda 10.000’de 1’den bile daha nadir görülen bir komplikasyondur.
Hyaluronik Asit, Yani ‘Eklem Sıvısı Takviyesi’ Nedir?
Hyaluronik asit, aslında vücudumuzun ürettiği doğal bir maddedir. Sağlıklı bir eklemin içinde bulunan ve ona o eşsiz kayganlığını ve direncini veren sinovyal sıvının ana bileşenidir. Görevini bir arabanın motor yağına benzetebiliriz. Hem sürtünmeyi azaltarak parçaların (yani kemiklerin) aşınmasını engeller hem de bir amortisör gibi davranarak ani yüklenmelerde ve darbelerde eklemi korur.
Kireçlenme (osteoartrit) sorunu başladığında, eklem içindeki bu doğal sıvının kalitesi bozulur. Hem miktarı azalır hem de molekül yapısı bozularak daha sulu, daha az koruyucu bir hale gelir. İşte hyaluronik asit enjeksiyonu, yani viskosuplementasyon, bu bozulan dengeyi yeniden kurmayı amaçlar. Dışarıdan, laboratuvarda üretilmiş saf hyaluronik asit ekleme enjekte edilerek, eklem sıvısının kaybettiği o “yağlama” ve “yastıklama” özelliği geri kazandırılmaya çalışılır. Sadece mekanik bir destek sağlamakla kalmaz, aynı zamanda iltihabı azaltıcı ve vücudun kendi hyaluronik asit üretimini tetikleyici biyolojik etkilere de sahip olduğu düşünülmektedir.
Hyaluronik Asit Tedavisinin Etkinliği Konusundaki Tartışmalar Nelerdir?
Bu konu, ortopedi camiasında belki de üzerinde en çok fikir ayrılığı olan konulardan biridir. Hyaluronik asit tedavisinin işe yarayıp yaramadığına dair net bir cevap vermek zordur, çünkü bilimsel çalışmalar oldukça çelişkili sonuçlar sunmaktadır.
Bir yanda, bu tedavinin özellikle hafif ve orta dereceli kireçlenmesi olan hastalarda ağrıyı azalttığını ve fonksiyonları iyileştirdiğini gösteren çok sayıda çalışma vardır. Bu çalışmalara göre, hyaluronik asidin etkisi kortizona göre daha yavaş başlar (genellikle birkaç hafta sürer) ancak çok daha uzun ömürlüdür (6 ay veya daha fazla).
Diğer yanda ise, on binlerce hastayı kapsayan çok büyük analizler, hyaluronik asidin etkisinin, içinde ilaç olmayan boş bir enjeksiyondan (plasebo) klinik olarak anlamlı derecede daha üstün olmadığını savunmaktadır. Bu durum enjeksiyon işleminin kendisinin bile bir iyileşme hissi yaratabileceğini ve ilacın gerçek etkisini ölçmenin ne kadar karmaşık olduğunu göstermektedir.
Ayrıca tüm hyaluronik asit ürünleri aynı değildir. Farklı molekül ağırlıklarına ve çapraz bağ yapılarına sahip ürünler bulunur. Tıpkı farklı motorlar için farklı viskozitede yağlar olması gibi, daha yoğun ve kalıcı olan bazı ürünlerin diğerlerinden daha etkili olabileceği düşünülmektedir. Bu ürün çeşitliliği de çalışmalar arasındaki sonuç farklılıklarını açıklayan bir faktör olabilir.
PRP Tedavisi Nedir, Vücudun Kendi Kanıyla İyileşmesi Nasıl Mümkün Olur?
PRP, “Platelet-Rich Plasma” kelimelerinin baş harflerinden gelir ve “trombositten zengin plazma” demektir. Bu yöntem vücudun kendi kendini iyileştirme potansiyelini kullanan, tamamen doğal ve biyolojik bir tedavidir. Kanımızda bulunan trombositler (plateletler), genellikle kanamayı durduran pıhtılaşma hücreleri olarak bilinir. Ancak onların çok daha önemli bir görevi vardır: Trombositler, içlerinde yüzlerce farklı büyüme faktörü ve onarım sinyali taşıyan küçük “iyileştirme kapsülleri” gibidir. Bir yerimiz kesildiğinde veya yaralandığında, o bölgeye ilk koşanlar onlardır ve salgıladıkları bu faktörlerle vücudun onarım sürecini başlatırlar.
PRP tedavisinin arkasındaki mantık, bu doğal süreci hızlandırmak ve güçlendirmektir. İşlem oldukça basittir: Hastadan küçük bir miktar kan alınır. Bu kan, santrifüj denilen özel bir cihazda yüksek hızda döndürülerek bileşenlerine ayrıştırılır. Bu işlemin sonunda, trombositler kanın sıvı kısmı olan plazma içinde normalden 5 ila 10 kat daha yoğun bir şekilde toplanır. İşte bu trombositten zengin, “altın sıvı” olarak da adlandırılan plazma, hasarlı eklemin içine enjekte edilir. Amaç eklem içine yüksek konsantrasyonda bir “onarım ekibi” göndererek, bölgedeki iltihabı baskılamak, kıkırdak hücrelerini uyararak tamiri teşvik etmek ve kıkırdağı yıkan kötü enzimlerin faaliyetini durdurmaktır. Kısacası PRP, eklemin kendi kendini iyileştirme potansiyelini tetikleyen bir kıvılcım görevi görür.
PRP Tedavisinin Sonuçları Neden Kişiden Kişiye Değişebilir?
Bu PRP ile ilgili en önemli noktalardan biridir. PRP’nin en büyük zorluğu, standart bir üretim protokolünün olmamasıdır. Piyasada çok sayıda farklı PRP hazırlama kiti bulunur ve her biri farklı bir ürün ortaya çıkarır. Bu da bir merkezde yapılan PRP ile diğerinde yapılanın aynı olmadığı anlamına gelir.
PRP’nin son kalitesini etkileyen birçok değişken vardır:
- Kullanılan santrifüj cihazının tipi ve markası
- Kanın döndürülme hızı ve süresi
- Elde edilen üründeki lökosit (akyuvar) miktarı
- Nihai trombosit konsantrasyonu
- Hastanın yaşı ve genel sağlık durumu
- Hastanın kendi kanındaki trombosit sayısı
Tüm bu değişkenler nedeniyle, PRP tedavisinin sonuçları kişiden kişiye farklılık gösterebilir. Buna rağmen, son yıllarda yapılan yüksek kaliteli çalışmalar özellikle lökositten fakir (LP-PRP) olarak hazırlanan PRP’nin, hyaluronik aside göre daha üstün ve daha uzun süreli (6-12 ay) bir rahatlama sağladığını göstermektedir. Özellikle hafif ve orta dereceli kireçlenmesi olan genç ve aktif hastalar için çok umut verici bir seçenektir.
Kök Hücre Tedavisi Eklem Kireçlenmesi İçin Kesin Çözüm müdür?
Kök hücreler, vücudun “joker” hücreleridir; yani ihtiyaç duyulan her türlü hücreye dönüşebilme potansiyeline sahiptirler. Bu inanılmaz potansiyel, kök hücre tedavisini eklem kireçlenmesi için de popüler bir umut haline getirmiştir. Tedavide kullanılan kök hücreler genellikle hastanın kendi yağ dokusundan veya kemik iliğinden alınır.
Başlangıçta, bu hücrelerin ekleme enjekte edildiğinde doğrudan kıkırdak hücresine dönüşerek hasarlı dokuyu yenileyeceği düşünülüyordu. Ancak bilimsel anlayışımız geliştikçe, asıl etkinin bu olmadığı anlaşıldı. Kök hücreler, birer “orkestra şefi” gibi davranarak eklem ortamını düzenlerler. Salgıladıkları güçlü sinyal molekülleriyle iltihabı baskılar, mevcut kıkırdak hücrelerini korur ve vücudun kendi onarım mekanizmalarını teşvik ederler.
Peki, bu tedavi kanıtlanmış bir yöntem mi? Bu soruya dürüstçe cevap vermek gerekir. Kök hücre etrafındaki pazarlama ve medya ilgisi, mevcut bilimsel kanıtların çok ötesindedir. Bugüne kadar yapılmış en büyük ve güvenilir çalışmalardan biri olan MILES çalışması, farklı kaynaklardan elde edilen kök hücre tedavilerini standart bir kortizon enjeksiyonu ile karşılaştırmıştır. Sonuçlar oldukça nettir: Bir yılın sonunda, kök hücre grupları ile kortizon grubu arasında ağrı ve fonksiyon açısından anlamlı bir fark bulunamamıştır. Bu kök hücre tedavisinin şu anki haliyle standart tedavilerden daha üstün olmadığını gösteren önemli bir bulgudur. Dolayısıyla kök hücre tedavisi hala büyük ölçüde deneysel bir yöntem olarak kabul edilmeli ve “kesin çözüm” vaat eden kanıtlanmamış ticari uygulamalara karşı dikkatli olunmalıdır.
Doğru Tedaviye Nasıl Karar Verilir, Hangi Enjeksiyon Kime Uygundur?
Her hastanın hikayesi, beklentisi ve hastalığının evresi farklıdır. Bu nedenle tedavi planı da kişiye özel olmalıdır. “Tek beden herkese uyar” mantığı burada işlemez. Doğru enjeksiyonu seçerken dikkate aldığımız bazı önemli kriterler vardır:
İdeal hasta profillerini şöyle özetleyebiliriz.
- Akut Alevlenme Yaşayan Hasta: Eklemde ani gelişen şişlik, ısı artışı ve şiddetli ağrı varsa, hızlı etkisi nedeniyle genellikle ilk tercih kortizondur.
- Genç ve Aktif Hasta: Hafif-orta dereceli kireçlenmesi olan spor yapan ve uzun vadeli bir çözüm arayan hastalar için PRP, kıkırdağı koruma potansiyeli ve uzun süreli etkisiyle daha iyi bir seçenektir.
- Ameliyattan Kaçınan Orta Yaş Hasta: Diğer tedavilere yanıt vermeyen ancak henüz protez ameliyatı için hazır olmayan hastalar için hyaluronik asit veya PRP denenebilir.
- İleri Derecede Kireçlenmesi Olan Hasta: Eklemde “kemik kemiğe” sürtünme başlamışsa, hiçbir enjeksiyon kalıcı bir çözüm sunmaz. Bu durumda enjeksiyonlar, sadece ameliyata kadar hastayı rahatlatmak için bir köprü görevi görür.
Enjeksiyon İşlemi Nasıl Yapılır, Nelere Dikkat Edilmelidir?
Enjeksiyonun kendisi, tedavinin başarısı için en az seçilen ilaç kadar kritiktir. İşlemin en önemli iki prensibi sterilite ve doğruluktur. Enfeksiyon riskini ortadan kaldırmak için işlem bölgesi antiseptik solüsyonlarla titizlikle temizlenmeli ve tüm malzemeler steril olmalıdır.
Doğruluk için ise modern tıbbın altın standardı, enjeksiyonu ultrason kılavuzluğunda yapmaktır. Sadece anatomik noktalara bakarak yapılan “kör” enjeksiyonlarda iğnenin eklem içine girme oranı şaşırtıcı derecede düşük olabilir. Ultrason ise hekime iğnenin yolculuğunu ekranda anbean görme ve ilacı milimetrik bir hassasiyetle hedefe bırakma imkanı tanır. Bu tedavinin hem etkinliğini hem de güvenliğini artıran çok önemli bir detaydır.
- Enjeksiyondan sonra dikkat edilmesi gerekenler ise oldukça basittir.
- İşlem yapılan eklemi 24-48 saat dinlendirmek
- Bu sürede yorucu ve zorlayıcı aktivitelerden kaçınmak
- Bölgeye soğuk uygulama yapmak
- İlk 48 saatten sonra artan ağrı, şişlik veya ateş gibi enfeksiyon belirtilerine karşı dikkatli olmak.

Among the orthopedic doctors in Ankara, Prof. Dr. Murat Demirel completed his primary education at Ankara Kavaklıdere Primary School, and his secondary and high school education at Ankara Atatürk Anatolian High School. In 1998, he graduated from Ankara University Faculty of Medicine, and completed his residency, which he began at Ankara Numune Training and Research Hospital 1st Orthopedics and Traumatology Clinic, in 2004.
Prof. Dr. Demirel continued his academic studies within the Ankara University Institute of Health Sciences and is recognized for his expertise in orthopedics and traumatology. Throughout his professional career, he has carried out numerous surgical operations, academic publications, and scientific studies.