Kemik kaynamaması (nonunion); bir kırığın iyileşme sürecinin kalıcı olarak durması ve kemik uçlarının beklenen süre sonunda biyolojik veya mekanik yetersizlikler nedeniyle birleşememesi durumudur. Standart bir iyileşme gecikmesinden farklı olan bu tabloda, kırık hattı zamanla “yalancı eklem” (psödoartroz) yapısına dönüşerek kronik ağrı ve işlev kaybına yol açar. Vücudun onarım mekanizmasının iflas ettiği bu süreç kendiliğinden düzelme potansiyelini yitirdiği için mutlaka ortopedik müdahale ve kişiye özel tedavi planlaması gerektiren ciddi bir klinik sorundur.
Yazı İçeriği
Kemik Kaynamaması (Nonunion) ile Gecikmiş Kaynama Arasındaki Fark Nedir?
Hastalarımın poliklinik kapısından içeri girdiklerinde en sık sordukları ve belki de en çok endişe duydukları konu, sürecin sadece yavaş mı ilerlediği yoksa tamamen mi durduğudur. Bu ayrım, bizim tedavi yol haritamızı belirleyen en temel faktördür ve hayati bir öneme sahiptir. Tıbbi kitaplarda ve bazı resmi kurumlarda (örneğin Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi standartlarında) genellikle şöyle katı bir tanım görürsünüz: Bir kırık dokuz ay boyunca iyileşmezse ve son üç ayda çekilen röntgenlerde hiçbir ilerleme belirtisi görülmezse buna resmen “kaynamama” denir. Ancak biz hekimler, gerçek hayatta, yani sizi muayene ederken bu kadar katı kurallara ve uzun sürelere bağlı kalmayı pek tercih etmeyiz.
Her insanın biyolojik saati, her kemiğin kanlanma yapısı ve her kırığın karakteri birbirinden tamamen farklıdır. Bu nedenle modern tıpta “pragmatik” yaklaşım dediğimiz daha esnek ve gerçekçi bir bakış açısını benimsiyoruz. Eğer ben bir cerrah olarak kırığın artık kendi kendine iyileşme potansiyelini tükettiğine, biyolojik kapasitesinin sonuna geldiğine kanaat getirirsem, dokuz ayı beklemeden müdahale kararı alabilirim. Çünkü beklemek, bazen mevcut durumu daha da kötüleştirmekten başka bir işe yaramaz.
“Gecikmiş kaynama” dediğimiz durum ise sürecin beklediğimizden yavaş işlemesi ama arka planda hala devam etmesidir. Burada hala bir umut ışığı vardır; vücut çalışıyordur ama biraz desteğe ihtiyacı vardır. Belki de ameliyatsız yöntemlerle, basit takviyelerle bu süreci hızlandırmak mümkün olacaktır. Ancak “kaynamama” (nonunion) tanısı koyduğumuzda, artık o kırık hattının biyolojik veya mekanik olarak iflas ettiğini kabul ediyoruz demektir. Bu noktada dışarıdan agresif ve planlı bir müdahale olmadan kemiğin birleşmesi imkansız hale gelmiştir. Dolayısıyla tedavi stratejimiz, sadece zaman tanımaktan çıkıp, sorunu kökünden çözecek cerrahi veya ileri biyolojik yöntemlere doğru evrilir.
Bir Kırığın İyileşmesi İçin Vücudun Neye İhtiyacı Vardır?
Kemik iyileşmesini anlamak için, vücudun içinde gerçekleşen bu süreci bir bina inşaatına benzetmek çok doğru bir yaklaşım olur. Bu inşaatın sağlam bir şekilde tamamlanabilmesi ve binanın ayakta durabilmesi için üç temel sütunun eksiksiz olması gerekir. Bu sütunlardan biri bile zayıf kalırsa veya yıkılırsa, tüm inşaat durur ve kaynamama dediğimiz tablo ortaya çıkar.
Birinci ve en temel sütun Mekanik İstikrardır. Kırık uçlarının birbirine temas etmesi ve iyileşme dokusu oluşana kadar aşırı hareketten korunması gerekir. Bizler tedavide ister alçı kullanalım, ister ameliyatla platin (plak, vida veya çivi) takalım, tek bir amacımız vardır: Kemik uçlarını “hareketsiz” veya “kontrollü hareketli” tutmak. Eğer sistem çok gevşekse, vidalar tutmuyorsa ve kırık uçları her adımda oynuyorsa, o bölgede kemik dokusu oluşamaz; vücut sürekli yıkıp yeniden yapmaya çalışır ve sonunda pes eder.
İkinci sütun Biyolojik Canlılık ve Kanlanmadır. Kırık bölgesine “inşaat işçilerinin” (hücreler) ve “inşaat malzemesinin” (kalsiyum, protein, oksijen) ulaşması gerekir. Bu lojistik destek ise kan damarlarıyla sağlanır. Eğer kaza anında çok büyük bir enerji açığa çıktıysa, kemiğin etrafındaki yumuşak dokular, kaslar ve besleyici damarlar ezildiyse, o bölgeye giden yollar kapanmış demektir. Kan yoksa oksijen yok, oksijen yoksa iyileştirici hücreler yok demektir. Bu durumda kemik uçları beslenemez ve nekroz dediğimiz doku ölümü gerçekleşir.
Üçüncü ve genellikle göz ardı edilen sütun ise Sistemik Destektir. Yani hastanın genel sağlık durumudur. Yerel olarak her şey mükemmel olsa bile, vücudun genel deposu boşsa inşaat ilerleyemez.
İyileşme için vücudun ihtiyaç duyduğu temel yapı taşları ve sistemik gereksinimler şunlardır:
- Yeterli protein alımı
- Kalsiyum depoları
- D vitamini seviyesi
- C vitamini desteği
- Dengeli hormon seviyeleri
- Güçlü bağışıklık sistemi
- Yeterli oksijenasyon
Eğer hastanın beslenmesi yetersizse veya metabolik bir sorunu varsa, yerel bir iyileşme beklemek hayalcilik olur. Tedavideki başarısızlıkların önemli bir kısmı, sadece kırık bölgesine odaklanıp hastanın genel tablosunu görmezden gelmekten kaynaklanır.
Kemik Kaynamaması Neden Olur ve Risk Faktörleri Nelerdir?
Neden aynı ameliyatı olan iki hastadan biri hızla iyileşirken diğeri aylarca koltuk değneğine mahkum kalır? Bu sorunun cevabı genellikle tek bir sebebe bağlı değildir; çoğu zaman birden fazla talihsiz faktör bir araya gelerek bu sonucu doğurur. Biz hekimler bu sebepleri mekanik, biyolojik ve hastaya bağlı faktörler olarak kategorize ederiz.
En sık karşılaştığımız sorunların başında mekanik yetersizlikler gelir. Yapılan ilk ameliyatta kullanılan implantların (platinlerin) kırık tipine uygun olmaması, seçilen vidaların kemiği yeterince güçlü tutamaması veya çok parçalı kırıklarda parçaların birbirinden çok uzak kalması (gap oluşumu) mekanik başarısızlığa yol açar. Kemiğin kaynaması için uçların birbirine “öpüşmesi” gerekir; arada büyük boşluklar varsa vücut bu mesafeyi kemik dokusuyla dolduramaz.
Bir diğer büyük ve korkulu rüyamız enfeksiyondur. Kırık hattına mikrop bulaşması, iyileşme sürecini neredeyse yüzde yüz oranında durdurur. Enfeksiyon varlığında vücut, enerjisini kemiği onarmaya değil o bölgedeki bakterilerle savaşmaya harcar. Ayrıca bakteriler salgıladıkları enzimlerle kemik uçlarını çürütür, damarları tıkar ve “ölü kemik” dokusu (sekestir) yaratır. Enfeksiyon bazen çok sessiz ilerleyebilir ama etkisi her zaman yıkıcıdır.
Bunun dışında, hastanın yaşam tarzı ve mevcut hastalıkları (host faktörleri) iyileşme kaderini belirleyen en kritik unsurlardır. Örneğin sigara, kemik iyileşmesinin bir numaralı düşmanıdır. Nikotin ve diğer zararlı maddeler, kemiği besleyen en ince kılcal damarları büzüştürerek kan akışını keser. Oksijensiz kalan kemik dokusu ise kendini yenileyemez.
Kemik kaynamamasını tetikleyen veya riski artıran başlıca faktörler şunlardır:
- Sigara kullanımı
- Diyabet hastalığı
- Obezite
- Böbrek yetmezliği
- Yetersiz kan dolaşımı
- D vitamini eksikliği
- Paratiroid hormonu bozukluğu
- Yüksek enerjili travmalar
- Açık kırıklar
- NSAİİ grubu ağrı kesiciler
- Kortizon kullanımı
- Enfeksiyon varlığı
Toplumumuzda D vitamini eksikliği sandığımızdan çok daha yaygındır ve bu eksiklik giderilmeden sağlıklı bir kemik kaynaması beklemek zordur. Ayrıca hastalarımızın ağrılarını dindirmek için bilinçsizce ve sürekli kullandıkları bazı ağrı kesiciler, iyileşmenin ilk ve en önemli evresi olan yangı (inflamasyon) evresini baskılayarak süreci sekteye uğratabilir.
Kemik Kaynamaması Türleri Nelerdir?
Röntgen filmlerinizi incelediğimizde, kaynamama durumunu sadece “kaynamamış” diyerek geçmeyiz. Tedavi planımızı belirlemek için bu durumu “Weber ve Cech” sınıflamasına göre üç ana kategoriye ayırırız. Bu sınıflama, kemik uçlarının canlılığını ve vücudun verdiği tepkiyi anlamamıza yardımcı olur.
- Birincisi Hipertrofik (Canlı) Kaynamamadır. Bu türde röntgenlerde kırık uçlarında bol miktarda, hatta bazen abartılı derecede yeni kemik oluşumu (kallus) görürüz. Bu görüntü bazen bir “fil ayağına” benzetilir. Bu durum bize şunu anlatır: Vücudunuzun biyolojik fabrikası harika çalışıyor, bölgeye bol miktarda kan gidiyor ve vücut kemiği kaynatmak için elinden gelen her şeyi yapıyor. Ancak kemik uçları o kadar hareketli ki kurulan köprüler sürekli yıkılıyor ve birleşme sağlanamıyor. Buradaki sorun tamamen mekaniktir. Tedavi stratejimiz burada biyolojik bir destek vermek değil sadece kırığı daha sağlam bir şekilde sabitlemek üzerine kuruludur. Hareketi durdurduğumuz anda kaynama gerçekleşecektir.
- İkincisi Atrofik (Cansız) Kaynamamadır. Bu tedavisi daha zorlu olan bir tablodur. Röntgende kırık uçlarında hiç yeni kemik oluşumu görülmez. Kemik uçları incelmiş, sivrilmiş, adeta emilmiş bir şeker veya kalem ucu gibi görünür. Bu görüntü, o bölgedeki biyolojik hayatın sona erdiğini, kanlanmanın olmadığını ve kemik yapım hücrelerinin çalışmadığını gösterir. Burada sorun mekanik değil biyolojiktir. Sadece vida sıkmak veya daha kalın bir platin takmak bu sorunu çözmez. Mutlaka ölü dokuların temizlenmesi ve bölgeye taze kan, canlı hücre getirecek biyolojik takviyelerin (kemik nakli) yapılması gerekir.
- Üçüncüsü ise Oligotrofik Kaynamamadır. Bu durum diğer iki uç noktanın arasında yer alır. Röntgende çok az miktarda iyileşme çabası görülür ama bu çaba birleşme için yetersiz kalmıştır. Burada genellikle hem sabitlemede bir gevşeklik (mekanik sorun) hem de biyolojik bir yavaşlık söz konusudur. Tedavide her iki soruna da aynı anda müdahale etmemiz, hem sabitlemeyi güçlendirmemiz hem de biyolojik destek sağlamamız gerekir.
Kemik Kaynamaması Tanısı İçin Hangi Yöntemler Kullanılır?
Tanı koyarken elimizdeki en güçlü araçlardan biri şüphesiz röntgen filmleridir, ancak tek başına her zaman yeterli olmaz. Benim için tanının başladığı yer, hastanın anlattıkları ve fizik muayenedir. Eğer bir hasta, kırık bölgesine yük verdiğinde, örneğin bacağının üzerine bastığında derin bir ağrı hissediyorsa, bu bizim için en büyük alarm işaretidir. Ayrıca muayene sırasında elimle kırık hattını zorladığımda orada anormal bir hareketlilik hissediyorsam, röntgen ne derse desin orada bir kaynamama sorunu var demektir. Ağrı, iyileşmeyen kemiğin yardım çığlığıdır.
Daha detaylı bir inceleme ve cerrahi planlama için genellikle ileri görüntüleme yöntemlerine başvururuz. Özellikle kemik uçlarının üç boyutlu yapısını görmek, arada ne kadar boşluk kaldığını milimetrik olarak ölçmek ve kaynamanın içeriden başlayıp başlamadığını anlamak için tomografi hayati önem taşır. Ancak en kritik ayrım, olayın içinde bir enfeksiyon olup olmadığını çözmektir. Bazen enfeksiyon çok sinsi ilerler; dışarıdan bakıldığında ne bir akıntı, ne bir kızarıklık ne de ateş vardır. Biz buna “okült” yani gizli enfeksiyon deriz.
Tanı ve ayırıcı tanıda kullandığımız temel yöntemler şunlardır:
- Fizik muayene
- Hastanın ağrı öyküsü
- Direkt röntgen grafileri
- Bilgisayarlı Tomografi (BT)
- Tam kan sayımı
- Sedimantasyon testi
- C-Reaktif Protein (CRP)
- PET/CT görüntüleme
- Doku kültürü ve biyopsi
Enfeksiyon şüphesi duyduğumuzda kan tahlilleri bize yol gösterir, ancak bazen bunlar bile normal çıkabilir. Çok şüpheli durumlarda PET/CT gibi nükleer tıp tetkiklerini kullanarak kemikteki artmış metabolik aktiviteyi ve olası enfeksiyon odaklarını tespit etmeye çalışırız. Ancak unutulmamalıdır ki kesin ve nihai tanı, ameliyat sırasında o bölgeden alacağımız çok sayıda doku örneğinin laboratuvar ortamında incelenmesiyle konulur.
Ameliyatsız Kemik Kaynamaması Tedavisi Mümkün müdür?
Her kaynamama vakasında bıçak altına yatmak şart değildir. Özellikle “gecikmiş kaynama” evresini yakaladığımız hastalarda veya mekanik olarak sistemin sağlam olduğu ama biyolojinin yavaşladığı durumlarda ameliyatsız yöntemleri denemek her zaman ilk tercihimizdir. Burada amaç vücudun kendi iyileşme potansiyelini tekrar ateşlemektir.
Bu sürecin en önemli basamağı, hastanın genel durumunun “optimize” edilmesidir. Yani vücudu iyileşmeye hazır hale getirmektir. Sigaranın bırakılması, bu sürecin olmazsa olmazıdır. Bunun yanında eksik olan D vitamini ve kalsiyum depolarının doldurulması, beslenmenin protein ağırlıklı düzenlenmesi bazen tek başına bile durmuş olan süreci başlatabilir. Metabolik sorunları çözülen hastaların, büyük ve riskli ameliyatlara gerek kalmadan iyileştiğine sıkça şahit oluyoruz.
Teknolojinin bize sunduğu imkanlardan biri de “Düşük Yoğunluklu Kesikli Ultrason” (LIPUS) cihazlarıdır. Bu cihazlar, kırık bölgesine her gün belirli sürelerle ses dalgaları göndererek kemik hücrelerini mekanik olarak uyarır. Bu uyarı, hücrelerin “uyanmasını” ve yeniden kemik üretimine başlamasını sağlar. Özellikle el bileğindeki skafoid kemiği gibi kanlanması sorunlu bölgelerde veya ameliyat sonrası kaynamanın geciktiği erken dönemlerde bu cihazlarla oldukça yüz güldürücü sonuçlar alınabilmektedir. Ancak bu yöntemin işe yaraması için kırık hattının çok eski olmaması ve kemik uçları arasında büyük bir boşluk bulunmaması gerekir.
Mikropsuz (Aseptik) Kemik Kaynamaması Ameliyatı Nasıl Yapılır?
Eğer yaptığımız tetkikler sonucunda enfeksiyon olmadığına (aseptik nonunion) eminsek, cerrahi stratejimiz bellidir: Mekanik olarak kaya gibi sağlam bir yapı kurmak ve biyolojik olarak ortamı yeniden canlandırmak.
Daha önce bacak kemiklerine (tibia veya femur) çivi takılmış hastalarda kaynamama geliştiyse, en sık başvurduğumuz yöntem “Çivi Değişimi” işlemidir. Burada sadece eski çiviyi çıkarıp yenisini takmakla kalmayız. Kemik iliği kanalını özel oyucu aletlerle (reamer) tıraşlarız. Bu işlem iki amaca hizmet eder: Birincisi, kanalın içini tazeleyerek kanlanmayı artırır; ikincisi, tıraşlama sırasında çıkan canlı kemik tozları kırık hattına dökülerek doğal bir yama görevi görür. Ardından, kanalı dolduran daha kalın ve güçlü bir çivi yerleştirerek stabiliteyi artırırız.
Ancak bazı zorlu vakalarda, özellikle uyluk kemiği gibi vücudun tüm yükünü taşıyan bölgelerde veya parçalı kırıklarda sadece çivi değiştirmek yetmeyebilir. Bu durumlarda “Plak Augmentasyonu” dediğimiz, tabiri caizse “hem kemer takıp hem de askı kullanma” yöntemini uygularız. Yani kemiğin içine sağlam bir çivi yerleştirirken, aynı zamanda dışarıdan da bir plak ve vidalarla sistemi destekleriz. Bu kombinasyon, kemiğin hem eğilme hem de dönme kuvvetlerine karşı maksimum dirence sahip olmasını sağlar. Yapılan bilimsel çalışmalar bu yöntemin özellikle zorlu vakalarda çok yüksek başarı oranlarına sahip olduğunu ve iyileşme süresini kısalttığını göstermektedir.
Enfeksiyonlu Kemik Kaynamaması Tedavisi Neden Farklıdır?
Eğer kaynamama tablosuna enfeksiyon (septik nonunion) eşlik ediyorsa, oyunun kuralları tamamen değişir. Artık önceliğimiz kemiği kaynatmak değil öncelikle bölgedeki “yangını söndürmektir”. Enfeksiyonlu bir ortamda kemik asla kaynamaz ve oraya koyacağımız her yeni platin, vida veya çivi bakteriler için yeni bir yuva olur. Bu yüzden tedaviyi iki ayrı perdeye böleriz; buna “İki Aşamalı Protokol” denir.
Birinci aşama tamamen temizliğe odaklıdır. Hastayı ameliyata alırız ve daha önce takılmış olan tüm metalleri çıkarırız. Ancak işin en zor kısmı, enfekte olmuş, canlılığını yitirmiş ve kanlamayan kemik dokularını temizlemektir (debridman). Bu aşamada cerrahın çok agresif olması gerekir; geriye sadece kanayan, canlı ve temiz kemik dokusu kalmalıdır. Oluşan boşluğa ise yüksek dozda antibiyotik emdirilmiş özel tıbbi çimentolar yerleştiririz. Bu çimento blokları hem boşluğu korur hem de doğrudan o bölgeye, damardan verilemeyecek kadar yüksek yoğunlukta antibiyotik salgılar.
Birinci aşamada kullanılan tedavi bileşenleri şunlardır:
- Eski implantların çıkarılması
- Ölü kemik temizliği (Debridman)
- Antibiyotikli çimento (Spacer)
- Sistemik antibiyotik tedavisi
- Doku kültürleri
- Geçici sabitleme
İkinci aşama ise yeniden inşa sürecidir. Enfeksiyonun tamamen kuruduğundan emin olduğumuzda, yani kan tahlilleri normale döndüğünde ve hastanın “antibiyotik tatili” dediğimiz ilaçsız döneminde enfeksiyon belirtileri tekrarlamadığında, ikinci büyük ameliyatı yaparız. Geçici çimentoyu çıkarır ve asıl kalıcı tamir işlemini, kemik nakilleriyle birlikte gerçekleştiririz.
Büyük Kemik Boşlukları Nasıl Doldurulur?
Enfeksiyon temizliği veya ilk kaza sırasında kemik kaybı yaşanması durumunda, kemik uçları arasında büyük boşluklar (defektler) kalabilir. Bu boşlukları doldurmak, ortopedinin en zorlu alanlarından biridir ve ileri mühendislik gerektiren cerrahi teknikler kullanırız.
Bu tekniklerden biri “Masquelet Tekniği”dir. Birinci aşamada koyduğumuz antibiyotikli çimentonun etrafında vücut, yabancı cisim reaksiyonu olarak “biyolojik bir zar” oluşturur. Bu zar aslında çok değerlidir. İkinci ameliyatta çimentoyu çıkarırız ama bu zarı koruruz. Zarı bir tüp veya kılıf gibi kullanarak, içini hastanın leğen kemiğinden aldığımız bol miktarda kemik yamasıyla doldururuz. Bu zar, koyduğumuz kemik tozlarını besler, dağılmasını önler ve onları bir arada tutar.
Bir diğer mucizevi yöntem ise “Kemik Transportu” yani İlizarov yöntemidir. Bu yöntemde dışarıdan takılan çemberler veya raylı sistemler kullanırız. Kırık bölgesindeki boşluğu olduğu gibi bırakırız, ancak kemiğin sağlam olan başka bir bölgesini kontrollü bir şekilde keseriz. Vidaları her gün milim milim çevirerek, kestiğimiz o sağlam parçayı boşluğa doğru “yürütürüz”. Kemik yürürken, arkasında gerilme etkisiyle yepyeni bir kemik dokusu oluşturur. Bu yöntem vücudun kendi kendine kemik üretmesini sağlayan biyolojik bir süreçtir. Özellikle enfeksiyon riskinin yüksek olduğu vakalarda, tekrar büyük bir yabancı cisim koymamak adına bu yöntem daha güvenli bir liman olabilir.
Kemik Nakli (Greft) Nereden Alınır ve Nasıl Uygulanır?
Kaynamama cerrahisinde “biyolojik destek” dediğimizde, kastettiğimiz şey genellikle kemik greftlemesidir. Bu konuda “altın standart”, yani en iyi malzeme, hala hastanın kendi vücudundan alınan kemiktir (Oto-greft). Çünkü kendi kemiğiniz, laboratuvarda üretilemeyen üç hayati özelliğe sahiptir: İçinde canlı kemik hücreleri barındırır, kemik yapımını uyaran büyüme faktörleri içerir ve yeni kemiğin üzerine tutunabileceği mükemmel bir iskele görevi görür.
Geleneksel olarak kemik greftini leğen kemiğinin kanadından (iliak krest) alırız. Ancak bu işlem sonrasında hastalarımız bazen alıcı bölgeden çok verici bölgede, yani leğen kemiğinde uzun süren ağrılar yaşayabilirler. Bu sorunu aşmak için son yıllarda “RIA” (Reamer-Irrigator-Aspirator) dediğimiz gelişmiş sistemleri kullanıyoruz. Bu sistemle, uyluk kemiğinin içinden, özel bir cihaz yardımıyla, sanki bir pipetle çeker gibi bol miktarda ve çok kaliteli kemik iliği alabiliyoruz. Bu yöntem hastaya çok daha az zarar verir, ağrısı çok daha azdır ve elde edilen greft miktarı genellikle daha fazladır.
Eğer hastanın kendi kemiği yetersiz kalırsa veya alınması riskliyse, kadavradan elde edilen ve özel işlemlerden geçirilmiş kemikler (allogreft) veya sentetik kemik tozları da kullanılabilir. Ayrıca son yıllarda biyoteknolojinin gelişmesiyle birlikte “BMP” (Kemik Morfogenetik Proteinleri) gibi çok güçlü iyileştirici proteinler de kullanıma girmiştir. Bu proteinler, uygulandığı bölgedeki kök hücrelere “kemik yap” emri vererek iyileşmeyi muazzam derecede hızlandırır. Hastalarımız sıkça PRP (Trombositten Zengin Plazma) tedavisini de sormaktadır. PRP popüler bir yöntem olsa da zorlu kaynamama vakalarında tek başına yeterli bir çözüm değildir; daha çok yardımcı bir oyuncu olarak düşünülebilir.

Prof. Dr. Murat Demirel, 1974 yılında Ankara’da doğmuş, 1998 yılında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun olmuştur. Aynı yıl Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi 1. Ortopedi ve Travmatoloji Kliniği’nde uzmanlık eğitimine başlamış ve 2004 yılında Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı unvanını almıştır. Uzmanlık sonrası dönemde kas-iskelet sistemi hastalıklarının cerrahi ve konservatif tedavilerine odaklanmış, yenilikçi ortopedik yaklaşımları klinik pratiğine entegre etmiştir.
Omuz, diz, kalça ve ayak bileği eklemlerine yönelik ileri düzey cerrahi uygulamalarda uzmanlaşan Prof. Dr. Demirel; omuz artroskopisi, diz protezi, robotik cerrahi, kök hücre tedavisi ve PRP uygulamaları konularında deneyim sahibidir. Güncel ortopedi pratiğinde fonksiyonel sonuçları artıran minimal invaziv ve biyolojik tedavi yöntemlerini önceliklendirmektedir.
Halen Ankara’daki özel kliniğinde ortopedi ve travmatoloji alanında hasta kabul eden Prof. Dr. Murat Demirel, ileri görüntüleme teknolojileri ve multidisipliner yaklaşımla kişiye özel tedavi planları oluşturmaktadır. Cerrahi ve rejeneratif ortopediyi birleştiren vizyoner yaklaşımıyla, hareket sistemi hastalıklarının tedavisinde yaşam kalitesini merkeze alan modern çözümler sunmaktadır.

