Troklear displazi, diz ekleminde uyluk kemiğinin oluğunu oluşturan trokleanın şekil bozukluğu ile karakterize bir durumdur. Bu anomali, patellanın stabilitesini bozarak sık tekrarlayan diz kapağı çıkıklarına ve dizde ağrıya yol açabilir. Genellikle genç yaşlarda klinik bulgular ortaya çıkar.
Troklear displazi belirtileri arasında patella instabilitesi, dizde kilitlenme hissi, merdiven inip çıkarken ağrı ve sık sık oluşan diz kapağı kaymaları yer alır. Bu şikayetler günlük yaşam aktivitelerini zorlaştırabilir ve tedavi edilmediğinde ilerleyici eklem hasarına neden olabilir.
Troklear displazi tanısı, klinik muayene ve manyetik rezonans görüntüleme (MR) ile konulur. Radyolojik incelemeler, trokleanın derinliği ve yapısal özelliklerini ortaya koyarak doğru tedavi planının yapılmasına olanak tanır. Erken tanı, ileride oluşabilecek komplikasyonların önlenmesi için önemlidir.
Tedavi seçenekleri hastalığın şiddetine göre değişir. Hafif vakalarda konservatif yöntemler ve rehabilitasyon tercih edilirken, ciddi vakalarda cerrahi düzeltme yöntemleri uygulanabilir. Özellikle diz kapağı çıkıkları tekrarlayan hastalarda cerrahi girişim kalıcı çözüm sağlayabilir.
Yazı İçeriği
Troklear Displazi Nedir?
Troklear displazi, diz ekleminde yer alan uyluk kemiği oluğunun (trochlea) yapısal olarak düzgün gelişmemesi durumudur. Bu bozukluk, diz kapağının (patella) yerinden çıkma riskini artırır ve genellikle tekrarlayan diz çıkıklarıyla ilişkilidir. Genetik yatkınlık, kemik yapısındaki anormallikler ve gelişimsel faktörler bu duruma zemin hazırlayabilir. Erken tanı ve uygun tedavi ile dizin stabilitesi korunabilir.
Genetik mi, Gelişimsel mi?
Hastaların en çok merak ettiği sorulardan biri, bu durumun neden kaynaklandığıdır. “Bu sorunla mı doğdum, yoksa sonradan mı oldu?” sorusunun cevabı, aslında her ikisinin de rol oynayabildiği karmaşık bir süreci işaret eder. Bu konuda iki temel bilimsel görüş mevcuttur ve çoğu zaman bu görüşler iç içe geçmiştir.
Birinci görüş, troklear displazinin doğuştan (konjenital), yani genetik bir yatkınlıkla dünyaya geldiğimiz yönündedir. Yapılan bazı araştırmalar, anne karnındaki bebeklerin diz eklemi gelişiminde bile troklea oluğunun temel şeklinin yetişkinliktekine benzer olduğunu göstermektedir. Bu da demektir ki bazı bireyler ailelerinden aldıkları genetik miras nedeniyle, bu oluğun daha sığ olmasına en başından itibaren yatkın olabilirler.
İkinci ve oldukça güçlü olan görüş ise durumun gelişimsel olduğu, yani iskelet sistemimizin büyüme ve olgunlaşma sürecinde ortaya çıktığıdır. Bu teoriyi daha iyi anlamak için durumu gelişimsel kalça çıkıklığına benzetebiliriz. Bir kalça ekleminin sağlıklı bir yuvaya sahip olabilmesi için, uyluk kemiği başının o yuvaya tam ve merkezî bir şekilde oturması gerekir. Benzer şekilde dizdeki troklea oluğunun da derinleşip şekillenebilmesi için, diz kapağının büyüme çağında bu oluk içinde sürekli olarak doğru bir hatta hareket etmesi şarttır. Eğer diz kapağı, normalden daha yukarıda duruyorsa (patella alta) veya sürekli olarak yana kayma eğilimindeyse, oluğun derinleşmesi için gereken o sağlıklı mekanik baskıyı oluşturamaz. Sonuç olarak kemik gelişimi tamamlandığında oluk sığ ve yetersiz kalır.
Aslında bu iki durum birbiriyle çelişmez, aksine birbirini tetikleyen bir “kısır döngü” yaratır. Doğuştan hafif sığ bir olukla doğan bir çocuk, ergenlik döneminde yaşadığı bir spor yaralanmasıyla ilk diz kapağı çıkığını yaşayabilir. Bu olaydan sonra diz kapağı, olması gereken yörüngeden sapmaya başlar. Bu sürekli yanlış hareket, gelişimini henüz tamamlamamış olan oluğun daha da sığlaşmasına neden olur. Oluk sığlaştıkça diz kapağı daha kolay çıkar, diz kapağı çıktıkça oluk daha da bozulur. Böylece başlangıçta hafif olan bir sorun, yıllar içinde çok daha ciddi bir anatomik bozukluğa dönüşebilir.
Troklear Displazi Olmayan Sağlıklı Bir Diz Kapağı Nasıl Çalışır?
Troklear displazideki sorunu kavramak için önce normal bir dizin nasıl çalıştığını anlamak gerekir. Sağlıklı bir diz eklemini, mükemmel tasarlanmış bir tren ve ray sistemine benzetebiliriz. Uyluk kemiğinin ucundaki troklea oluğu, trenin güvenle ilerlediği raydır. Diz kapağı (patella) ise bu ray üzerinde hareket eden vagondur. Bu sistemin görevi, bacağımızı büküp açarken bacağın ön tarafındaki devasa kuadriseps kasının gücünü kaval kemiğine verimli ve güvenli bir şekilde aktarmaktır.
Bacağımız tamamen düzken, diz kapağı bu rayın biraz üzerinde ve hafifçe dışında durur. Bu pozisyonda vagonun yerinde kalmasını sağlayan en önemli yapılar adeta bir emniyet halatı gibi görev gören yumuşak doku bağlarıdır. Bu bağların en önemlisi, dizin iç tarafında yer alan medial patellofemoral bağdır (MPFL). Dizi bükmeye başladığımızda, yaklaşık 20-30 derecelik bir açıya ulaştığımızda, diz kapağı yavaşça bu oluğun içine girer ve rayına oturur. Diz daha da büküldükçe, diz kapağı oluğun içine iyice yerleşir ve artık en büyük güvencesi, onu iki yandan sıkıca kavrayan bu kemik yuvadır. Bu yuva, özellikle dış kenarının daha yüksek olması sayesinde, kuadriseps kasının doğal olarak diz kapağını dışa doğru çekme kuvvetine karşı bir set oluşturur ve onu merkezde tutar. Bu sayede çömelme veya zıplama gibi yüksek güç gerektiren hareketlerde bile diz kapağı yerinden oynamaz.
Troklear Displazi Varlığında Diz Kapağı Neden Sürekli Çıkar?
Troklear displazi, az önce anlattığımız bu kusursuz ray sistemini en kritik noktasında bozar. Diz kapağı çıkıklarının ezici bir çoğunluğu, dizin 0 ile 30 derece arasında büküldüğü, yani diz kapağının rayına yeni girmeye çalıştığı o hassas aralıkta meydana gelir. İşte troklear displazisi olan bir dizde, tam da oluğun bu en önemli başlangıç kısmı sığ, dümdüz veya daha kötüsü dışa doğru bombelidir.
Bu durumda vagonun rayına girmesi imkansız hale gelir. Sorun sadece pasif bir rehberlik eksikliğiyle de kalmaz. Düz veya bombeli bir troklea yüzeyi, bacak kasları kasıldığı anda bir rampa gibi çalışır. Yani diz kapağını içeriye, güvenli yuvaya yönlendirmek yerine, onu aktif olarak dışarı doğru iter. Bu kemik yapıdaki anormallik, tek başına bir bağ yırtığından veya kas güçsüzlüğünden çok daha kuvvetli bir şekilde diz kapağını yerinden oynatma potansiyeline sahiptir.
Sürekli olarak bu kemik rampadan dışarı doğru itilen diz kapağı, iç taraftaki en önemli emniyet halatı olan MPFL bağını zamanla ya esneterek bir lastik gibi gevşetir ya da ani bir travma anında kopmasına neden olur. Bu olduğunda ise kısır döngü tamamlanmış olur. Zaten zayıf olan kemik desteği, artık tek güvencesi olan yumuşak doku desteğini de kaybeder ve çıkıklar basit günlük aktiviteler sırasında bile kolayca tekrarlanan, kronik bir probleme dönüşür.
Tekrarlayan Diz Kapağı Çıkıklarında Troklear Displazi Ne Kadar Yaygındır ve Hangi Ek Sorunlara Dikkat Etmek Gerekir?
Bu noktayı vurgulamak çok önemlidir: Tekrarlayan diz kapağı çıkığı şikayeti olan bir kişide troklear displazi, nadir görülen bir risk faktörü değil problemin ana kaynağıdır. Toplumun genelinde bu durumun görülme sıklığı nispeten düşük olsa da tekrarlayan diz kapağı çıkığı nedeniyle doktora başvuran hastaların %85 ila %96 gibi ezici bir çoğunluğunda farklı derecelerde troklear displazi saptanır. Bu istatistik, bu rahatsızlığın diz kapağı çıkıklarının temel etiyolojik nedeni olduğunu net bir şekilde ortaya koymaktadır.
Ancak troklear displazi, genellikle suç ortaklarıyla birlikte gelir. Başarılı bir tedavi planı için, bu soruna eşlik eden diğer anatomik bozuklukların da mutlaka tespit edilmesi gerekir. Bu sorunlar bir yapbozun parçaları gibidir ve hepsi bir araya geldiğinde diz kapağının stabilitesini tamamen ortadan kaldırır. En sık eşlik eden sorunlar şunlardır:
- Patella Alta (Yüksekte Duran Diz Kapağı)
- Artmış TT-TG Mesafesi (Dışa Kayık Tendon Yapışma Yeri)
- Patellar Tilt (Yana Yatık Diz Kapağı)
Patella alta, diz kapağının normal anatomik pozisyonundan daha yukarıda yer almasıdır. Bu durum diz bükülürken diz kapağının troklea oluğuna girmesini geciktirir. Normalde 20 derecede girmesi gereken diz kapağı, 30-40 derecelere kadar dışarıda, güvencesiz bir şekilde kalır. Bu da çıkık riskinin en yüksek olduğu hareket aralığını uzatır.
Artmış TT-TG mesafesi, diz kapağı tendonunun kaval kemiğine yapıştığı noktanın, troklea oluğunun merkezine göre aşırı derecede dışarıda olmasıdır. Bu durum bacak kası kasıldığında diz kapağını dışarı çeken kuvvetin vektörünü artırır ve sürekli bir dışa kayma eğilimi yaratır.
Patellar tilt ise diz kapağının yuvası içinde düz durmak yerine dışa doğru eğimli, adeta yana yatık bir pozisyonda olmasıdır. Bu genellikle dizin dış tarafındaki bağların aşırı gergin, iç taraftakilerin ise zayıf veya esnemiş olduğunun bir göstergesidir.
Troklear Displazi Şüphesinde Doktor Muayenesinde Hangi Bulgular Aranır?
Teşhis süreci, hastanın anlattıklarını dikkatle dinlemekle başlar. Diz kapağının ne sıklıkla, hangi hareketlerle çıktığı, çıkık sonrası şişlik olup olmadığı, dizde bir güvensizlik veya boşalma hissi yaşanıp yaşanmadığı gibi detaylar çok önemlidir. Özellikle hastanın “dizime güvenemiyorum, her an çıkacakmış gibi hissediyorum” şeklindeki ifadesi oldukça tipiktir. Ardından yapılan detaylı bir fizik muayene, altta yatan anatomik sorunlar hakkında çok değerli ipuçları verir. Muayenede özellikle aranan bazı kilit bulgular vardır:
- J-İşareti (J-Sign)
- Kavrama Testi (Apprehension Test)
- Aşırı Yan Hareket (Patellar Glide Test)
- Kas Zayıflığı veya Erimesi (Atrofi)
J-İşareti, hastadan bacağını yavaşça düzleştirmesi istendiğinde gözlemlenir. Bacak düze yaklaştıkça diz kapağının belirgin bir şekilde dışarı doğru kaydığı ve tam düz konuma geldiğinde aniden içeri, yuvasına doğru “tık” diye oturduğu görülür. Bu hareket bir “J” harfi çizdiği için bu ismi almıştır ve ciddi bir takip bozukluğunun en net göstergelerinden biridir.
Kavrama Testi, teşhisteki en hassas manevradır. Hekim, hastanın dizi hafif bükülüyken, diz kapağını nazikçe dışarı doğru itmeye çalışır. Eğer hastanın dizinde ciddi bir instabilite varsa, bu basit hareketle bile diz kapağının çıkacağını hisseder. Hasta korku, endişe ve rahatsızlık duyar, istemsizce bacağını kasar veya hekimin elini iterek muayeneyi sonlandırmak ister. Bu pozitif tepki, altta yatan sorunun ciddiyeti hakkında çok güçlü bir kanıt sunar.
Diğer bulgular arasında diz kapağının elle normalden çok daha fazla yana doğru hareket ettirilebilmesi ve özellikle bacağın ön-iç kısmındaki vastus medialis obliquus (VMO) kasında belirgin bir zayıflık veya erime olması sayılabilir.
Troklear Displazi Teşhisinde Hangi Görüntüleme Yöntemleri Hayati Önem Taşır?
Fizik muayene ile konulan ön tanı, mutlaka modern görüntüleme yöntemleriyle doğrulanmalı, displazinin tipi ve şiddeti net olarak ortaya konulmalı ve eşlik eden diğer patolojiler saptanmalıdır. Bu amaçla kullanılan temel görüntüleme yöntemleri şunlardır:
- Röntgen (Direkt Grafi)
- Bilgisayarlı Tomografi (BT)
- Manyetik Rezonans Görüntüleme (MRG)
Röntgen, ilk basamak incelemedir. Özellikle doğru açıyla çekilmiş bir yan diz grafisi, troklear displazinin “kesim işareti” (crossing sign), “çift kontur” (double contour) gibi temel bulgularını görmek için çok değerlidir. Ayrıca diz kapağının ne kadar yüksekte durduğunu (patella alta) değerlendirmek için de kullanılır.
Bilgisayarlı Tomografi, kemik yapıyı üç boyutlu ve çok daha detaylı gösterir. Tomografinin bu konudaki en büyük üstünlüğü, tedavi planını doğrudan etkileyen TT-TG mesafesini milimetrik bir hassasiyetle ve en güvenilir şekilde ölçebilmesidir.
Manyetik Rezonans Görüntüleme (MRG) ise diz kapağı problemlerinin değerlendirilmesinde altın standarttır. MRG, sadece kemikleri değil aynı zamanda kıkırdak, bağlar, menisküsler ve tendonlar gibi tüm yumuşak dokuları da mükemmel bir şekilde gösterir. Bu kritik bir avantajdır, çünkü bazen kemik oluğun şekli ile onu kaplayan ve asıl eklem yüzeyini oluşturan kıkırdağın şekli farklı olabilir. MR, oluğun fonksiyonel olarak ne kadar sığ olduğunu en doğru şekilde gösterir. Ayrıca diz kapağı çıktığında oluşan tipik kemik iliği ödemlerini ve en önemlisi iç yan bağ olan MPFL’nin durumunu (yırtık, gevşek vb.) net olarak ortaya koyar.
Görüntüleme Sonuçlarında Troklear Displazi Nasıl Anlaşılır ve Dejour Sınıflaması Nedir?
Görüntüleme sonuçlarını değerlendirirken, hem oluğun şekline bakar hem de belirli ölçümler yaparız. Bu değerlendirmeler sonucunda, troklear displazinin ciddiyetini sınıflandırmak ve cerrahi stratejiyi belirlemek için en yaygın olarak Dejour Sınıflaması kullanılır. Bu sistem, displaziyi artan şiddete göre dört ana tipe ayırır.
- Tip A
- Tip B
- Tip C
- Tip D
Tip A, en hafif formdur. Oluk sığdır, ancak hala bir miktar çukurluğu vardır. Tip B, oluğun artık çukur yapısını tamamen kaybettiği, dümdüz veya dışa doğru bombeli (tümsek) bir hal aldığı durumdur. Bu tipte diz kapağının oluğa girmesini engelleyen bir “mahmuz” veya “kemik çıkıntısı” da bulunabilir. Tip C, asimetrik bir deformitedir. Oluğu oluşturan kenarlardan içteki yetersiz gelişmiş, dıştaki ise anormal şekilde bombelidir. Tip D ise en şiddetli formdur ve diğer tiplerdeki tüm olumsuz özellikleri bir arada barındırır. Bu tipte oluk, adeta bir “uçurum” gibi dikey bir yapıya sahiptir ve diz kapağının içeride durması için neredeyse hiçbir kemik desteği kalmamıştır.
Bu sınıflandırma, tedavi yol haritasını çizmemizde bize rehberlik eder. Tip A gibi hafif formlarda sadece yumuşak doku ameliyatları yeterli olabilirken, Tip B ve özellikle Tip D gibi ciddi formlarda, altta yatan kemik problemini düzeltmeden yapılacak bir bağ ameliyatının başarısız olma ihtimali çok yüksektir. Bu nedenle bu ciddi tiplerde kemik düzeltme ameliyatı olan trokleoplasti kaçınılmaz hale gelir.
Troklear Displazi Ameliyatsız Yöntemlerle Tedavi Edilebilir mi?
Ameliyatsız (konservatif) tedavi, özellikle ilk kez diz kapağı çıkığı yaşayan ve eklem içinde ameliyat gerektirecek büyük bir kırığı olmayan hastalarda ilk seçenektir. Ayrıca çıkıkları tekrarlasa da displazisi hafif olan veya genel sağlık durumu ameliyata uygun olmayan hastalarda da denenebilir. Ameliyatsız tedavinin temelini, diz kapağının dinamik, yani hareket sırasındaki stabilitesini artırmayı hedefleyen kapsamlı bir fizik tedavi ve rehabilitasyon programı oluşturur. Bu programın temel hedefleri bulunur:
- Kasların güçlendirilmesi
- Nöromüsküler kontrolün yeniden eğitimi
- Denge ve koordinasyonun artırılması
- Fonksiyonel hareket kalıplarının düzeltilmesi
Bu programda özellikle bacağın ön-iç kısmındaki VMO kası ile kalça ve karın (core) kaslarının güçlendirilmesine odaklanılır. Güçlü kalça kasları, yürüme ve koşma sırasında dizin içe dönmesini engelleyerek diz kapağı üzerindeki anormal yükleri azaltır. Denge tahtası gibi aletlerle yapılan çalışmalar vücudun pozisyon algısını geliştirerek ani hareketlere karşı daha hazırlıklı olmasını sağlar. Ayrıca lateral J-pedli dizlikler gibi dış destekler, özellikle spora dönüş aşamasında hem fiziksel bir bariyer oluşturur hem de hastaya psikolojik bir güven hissi verir.
Ancak ameliyatsız tedavinin sınırlarını bilmek çok önemlidir. Fizik tedavi, kasları güçlendirebilir, dengeyi artırabilir ama altta yatan kemik deformitesini asla değiştiremez. Ciddi troklear displazisi olan bir hastada, bozuk kemik yapısının yarattığı mekanik itme kuvveti, en güçlü kasların bile sağlayabileceği dinamik kontrolden her zaman daha üstündür. Bu nedenle yüksek dereceli displazisi olan hastalarda ameliyatsız tedavinin başarı oranı düşüktür ve genellikle kalıcı bir çözüm sunmaktan çok, ameliyata kadar geçen sürede durumu idare etmeye yönelik bir ara basamak olarak kalır.
Troklear Displazi İçin Ameliyat Kararı Nasıl Verilir ve Tedavi Planlaması Nasıl Yapılır?
Ameliyat, en az 3-6 ay süren iyi bir ameliyatsız tedavi programına rağmen diz kapağı çıkıkları devam eden, günlük yaşam kalitesi ve aktivite seviyesi ciddi şekilde etkilenen hastalar için en doğru seçenektir. Özellikle Dejour sınıflamasına göre Tip B ve D gibi yüksek dereceli troklear displazinin varlığı, cerrahi tedaviyi kuvvetle gerektirir.
Günümüzdeki modern cerrahi yaklaşım “à la carte” felsefesine, yani “kişiye özel tedavi” ilkesine dayanır. Bu “her diz kapağı çıkığına aynı ameliyat” şeklindeki eski anlayışın tamamen terk edildiği anlamına gelir. Başarılı bir sonuç için, hastanın tüm anatomik problemlerini (sığ oluk, yüksek diz kapağı, dışa kayık tendon, yırtık bağ vb.) bir bütün olarak ele alıp, her birini aynı cerrahi seansta düzeltecek bir kombinasyon planlamak gerekir. Bu nedenle ameliyat öncesi yapılan detaylı fizik muayene ve üç boyutlu görüntüleme analizleri, cerrahi stratejinin belirlenmesinde hayati rol oynar.
Troklear Displazi Tedavisinin Temel Taşı Olan Trokleoplasti Nedir ve Hangi Ek Ameliyatlar Gerekebilir?
Trokleoplasti, troklear displazi cerrahisinin merkezinde yer alan ve doğrudan sorunun kaynağını, yani kemik deformitesini düzelten bir ameliyattır. Diğer diz kapağı ameliyatlarından temel farkı, sorunun sonuçlarını (örneğin yırtık bağ) onarmak yerine, sorunun asıl nedenini (sığ veya düz oluk) ortadan kaldırmasıdır. Ameliyatın amacı, bu anormal şekilli troklea yüzeyini cerrahi olarak yeniden şekillendirerek, diz kapağının içine güvenle oturabileceği derin ve anatomik bir oluk oluşturmaktır. Bu işlem genellikle troklea yüzeyinden ince bir kıkırdak-kemik tabakasının bir kapak gibi kaldırılması, altındaki kemik dokusunun oyularak yeni bir V-şeklinde yuva oluşturulması ve ardından bu kapağın yeni yuvaya oturtularak sabitlenmesi şeklinde yapılır.
Trokleoplasti, çok güçlü bir ameliyat olmasına rağmen, neredeyse hiçbir zaman tek başına yapılmaz. Kişiye özel tedavi felsefesi gereği, tespit edilen diğer tüm sorunlar da aynı seansta çözülmelidir. En sık yapılan ek işlemler şunlardır:
- Medial Patellofemoral Bağ (MPFL) Rekonstrüksiyonu
- Tibial Tüberkül Osteotomisi (TTO)
- Lateral Retinaküler Gevşetme veya Uzatma
MPFL rekonstrüksiyonu, tekrarlayan çıkıklar nedeniyle işlevsiz hale gelmiş olan iç yan bağın, vücudun başka bir yerinden alınan bir tendon grefti ile yeniden oluşturulmasıdır. Ciddi bir troklear displazi varlığında tek başına MPFL tamiri yapmak, temeli çürük bir binanın sadece çatısını onarmaya benzer; bina er ya da geç tekrar çökecektir. Bu nedenle trokleoplasti ile birlikte MPFL rekonstrüksiyonu sistematik olarak yapılmalıdır.
Tibial tüberkül osteotomisi (TTO), artmış TT-TG mesafesi veya patella alta gibi sorunları düzeltmek için yapılan bir kemik ameliyatıdır. Diz kapağı tendonunun yapıştığı kemik parçası kontrollü bir şekilde kesilerek daha uygun bir pozisyona (daha içe ve/veya daha aşağıya) kaydırılır ve vidalarla tespit edilir.
Lateral gevşetme ise diz kapağının dışa yatmasına neden olan gergin dış bağların kontrollü bir şekilde uzatılmasıdır. Bu diz kapağını çevreleyen yumuşak doku zarfını yeniden dengelemeye yardımcı olur.
Troklear Displazi Ameliyatı Sonrası İyileşme Süreci Nasıl İşler ve Olası Riskler Nelerdir?
Trokleoplasti ve eşlik eden prosedürler, diz kapağına stabilite kazandırmada olağanüstü derecede başarılı ameliyatlardır. Ameliyat sonrası diz kapağının yeniden çıkma oranı, literatürde %0 ila %8 gibi çok düşük seviyelerdedir. Hastalar, ameliyat öncesi hayatlarını zindana çeviren güvensizlik hissinden ve çıkık korkusundan büyük ölçüde kurtulurlar. Ancak bu büyük ve etkili ameliyatın potansiyel riskleri ve sabır gerektiren uzun bir iyileşme süreci olduğu da unutulmamalıdır. En sık karşılaşılan olası sorunlar vardır:
- Sertlik (Artrofibrozis)
- İnatçı Ağrı
- Kıkırdak Sorunları
- Enfeksiyon
- Derin Ven Trombozu
Bu risklerin en başında sertlik (artrofibrozis), yani dizde hareket kısıtlılığı gelişmesi gelir. Bu nedenle ameliyatın başarısı, cerrahi teknik kadar ameliyat sonrası rehabilitasyon protokolüne harfiyen uyulmasına da bağlıdır. Bu süreç uzun ve disiplin gerektirir. Genel hatlarıyla iyileşme süreci birkaç faza ayrılır.
- Faz 1 (İlk 6 Hafta)
- Faz 2 (6-12 Hafta)
- Faz 3 (3-6 Ay)
- Faz 4 (6 Ay ve Sonrası)
İlk fazda amaç yapılan tamiri korumak, ağrı ve şişliği kontrol altına almaktır. Genellikle koltuk değnekleri ve açısı ayarlanabilir bir dizlik kullanılır. İkinci fazda yavaş yavaş dizlik ve değnekler bırakılır, normal yürüme paternine dönülür ve kademeli güçlendirme egzersizlerine başlanır. Üçüncü fazda daha ileri güçlendirme ve dayanıklılık egzersizlerine geçilir. Son faz ise yeterli kas gücü ve kontrol sağlandıktan sonra spora özgü hareketlere kademeli olarak geçişi içerir. Yüksek seviye ve temas gerektiren sporlara dönüş genellikle 9 aydan, hatta bazen 1 yıldan önce olmaz.
Troklear Displazi Ameliyatı Uzun Vadede Kireçlenme Riskini Artırır mı?
Bu trokleoplasti ameliyatıyla ilgili en önemli ve üzerinde en çok durulan konudur. Ameliyat, diz kapağını yerinde tutarak stabiliteyi mükemmel bir şekilde sağlarken, uzun vadede eklem kıkırdağını koruyup korumadığı, hatta kireçlenme (osteoartrit) gelişimini hızlandırıp hızlandırmadığı bir tartışma konusudur. Bu duruma “stabilite-artrit paradoksu” adı verilir.
Uzun dönemli bilimsel takip çalışmaları, trokleoplasti sonrası dizlerde radyografik olarak kireçlenme bulgularının artabildiğini göstermektedir. Bunun nedeni muhtemelen, doğuştan düz bir yapıya sahip olan diz kapağının, cerrahi olarak oluşturulmuş yeni ve derin bir oluk içinde çalışmaya zorlanmasının eklem yüzeyleri arasındaki uyumu bir miktar bozarak anormal basınçlara yol açabilmesidir.
Bu nedenle hastaların bu konuda gerçekçi beklentilere sahip olması önemlidir. Trokleoplasti, dizinizi gelecekteki kireçlenmeden korumayı garanti eden bir ameliyat değildir. Bu ameliyatın temel amacı, hayat kalitenizi düşüren, eklem kıkırdağınıza her seferinde daha fazla zarar veren ve sizi aktif yaşamdan alıkoyan tekrarlayan çıkıkları durdurmaktır. Ameliyat, mevcut en etkili stabilite sağlama yöntemi olsa da uzun vadede kireçlenme riskini tamamen ortadan kaldırmayabilir.

Among the orthopedic doctors in Ankara, Prof. Dr. Murat Demirel completed his primary education at Ankara Kavaklıdere Primary School, and his secondary and high school education at Ankara Atatürk Anatolian High School. In 1998, he graduated from Ankara University Faculty of Medicine, and completed his residency, which he began at Ankara Numune Training and Research Hospital 1st Orthopedics and Traumatology Clinic, in 2004.
Prof. Dr. Demirel continued his academic studies within the Ankara University Institute of Health Sciences and is recognized for his expertise in orthopedics and traumatology. Throughout his professional career, he has carried out numerous surgical operations, academic publications, and scientific studies.